16 Kasım 2013

Ayva mevsimi


Bugün Her Güne Bir Yemek'in yeni baskısından bir tarif eklemek istedim. Çok sade, çok basit, çok lezzetli bir tatlı. Bu hafta pazardan ilk ayvamı aldım. Tatlısını yapmayacağım hayır, o çok sevdiğim ayvalı, nohutlu kereviz yemeği için aldım (hoş ayvam iki adet, biriyle de tatlı yapabilirim pekala) ama bu size tatlı tarifi vermeyeceğim anlamına gelmez tabii. Bu tatlı için iki adet ayvanın kabuklarını soyup çekirdeklerini çıkarın, dilimleyip kararmamaları için limonlu suda bekletin. Yayvan bir tencereye yarım bardak su koyup ayvaları dizin, arzu ettiğiniz kıvama gelene kadar pişirin. Bal koyacaksanız pişirme işlemi bittiğinde üzerine gezdirin, şeker kullanıyorsanız baştan da koyabilirsiniz. İki ayvaya iki çorba kaşığı bal veya şeker yeterli. Rengi kararsa da farketmez derseniz pekmezli olarak da pişirebilirsiniz. Soğuduğunda tabaklara pay edin, üzerlerine tarçın serpin, varsa fotoğraftaki gibi pikan cevizi, yoksa cevizle servis edin. Ha tabii dondurmayla, kaymakla falan da olur neden olmasın, tercih sizin. Ben bu sade halini daha çok seviyorum. Hele böyle sarı sarı bakmıyorlar mı bana, sarılıp öpesim geliyor.

30 Ekim 2013

Geldi çorba mevsimi



Geldi gerçekten değil mi? Gerçi Antalya'da hâlâ denize girilebiliyor, hâlâ gündüz saatlerinde kısa kollularla gezilebiliyor. Güneş içine işliyor insanın, ılık ılık esiyor rüzgâr. Yine de biliyorum ki bugün Ekim'in son iki gününden biri. İki gün sonra Kasım ayı gelmiş olacak. Biliyorum ki yakında soğuk günlerimiz de olacak. Öyleyse çorba kâseleri yıkansın, zihindeki tarifler birer birer ortaya dökülsün. Bizim pazarlarda kışlıkların yanı sıra yazlık sebzeleri de bulmak mümkün. Dün mesela, bizim tonton teyzelerden tarla patlıcanı, domatesi, kabak, salatalık, biber ve fasulyesi aldım. Fasulye için annem "bu sene yediğim en lezzetli fasulye" dedi. Patlıcana da bayıldı. Siz de bulabiliyorsanız yazlıkları, kullanın, bulamıyorsanız da kışlık sebzeleri tercih edin. Bir tahıl (arpa şehriye veya ufak bir tür makarna olabilir, buğday, çavdar, yulaf olabilir, bulgur olabilir), bir bakliyat (mercimek, kuru fasulye, kuru barbunya, nohut vs), dilediğiniz sebzelerden (küp şeklinde doğranmış olarak) azar azar (birer tane genelde yetiyor, hele de çeşit çoksa), az biraz zeytinyağı, tuz, karabiber, pul biber, kuru nane. Tabii su, dilerseniz biraz da salça. Yaza da kışa da uyan halis mulis bir çorba. Yapana da yiyene de şifa olsun.

25 Ekim 2013

Bereketli günler ola...


Nar demek bereket demek. Bence zaten bu salatadaki her şey bereketin bir ifadesi. Geyibayırı'ndan nar, Elmalı'dan elma, pazardan taze soğan, tonton nenelerimden birinden içlenmiş taze börülce, Burhaniye'den ceviz, Kastamonu'dan siyez bulguru, çok güzel bir kadının düğün hediyesi olarak aldığı zeytinlikten mis kokulu zeytinyağı... Başlı başına bir öykü bu tabak. Üstelik kendisi miniminnacık ama baksanıza resmen içi bir bereket küpü. Zorunluluktan çıkan tariflerden biri bu da. Evde malzeme yok günlerinden. Bir de belki misafir gelir, hazır olsun tariflerinden. Bir kereyle yetinilmeyip akla geldikçe yapayım denilen şifalıklardan. Diyeceğim o ki, bereketli günler ola...

18 Ekim 2013

Makarna lütfennnnn!



Önce www.makarnalutfen.com adresine gidilir. Oradan aile yadigârı (hem de memleketime, yani Eskişehir'e has) mercimekli mantı seçilir. Tabii başka şeyler de seçilir çünkü hepsi birbirinden özel tatlar. Çorbalar, erişteler, ıspanaklı, pancarlı, brokolili, kerevizli, karnabaharlı, biberli ve domatesli makarnalar... Seçilir diyorum ama karar vermek de öyle zor ki. Bir ondan bir bundan derken hayaller zihinde uçuşup dururken ödemesi yapılır ve heyecanla paketin gelmesi beklenir. (Gerçi ben öyle yapmadım. Bu muhteşem mantıyı arkadaşım Ayfer getirdi armağan olarak. Teşekkür ederim Ayfer'ciğim!) Paket gelince "ayyy ne güzeller, incecik, çıtır çıtır, çiğ çiğ bile yenir bu mantı" denir. Nasıl kıyacağım ben şimdi bunlara, tablo gibiler diye düşünülür ve uygun an gelene kadar (bir kriz anı mutlaka olacaktır) paket erzak dolabına kaldırılır. O kriz anı (ki evde bir şey yok ne yiyeceğim ben şimdi anıdır bir yandan) geldiğinde tencereye biraz su ve azıcık tereyağı konur. Su kaynayınca mantılar atılır, piştiğine kanaat getirdiğinizde de doğranmış taze soğan. Baharat olarak az pul biber ve biraz tuz. Çorba gibi kaşıklanır, pek güzel olur. (Bir de miniminnacık arpa şehriyeler var ki onları da yeşil mercimekle yaptığım çorbaya koydum.)

10 Ekim 2013

Sonbahar pazarları



Demiyorsunuz ki artık pazar falan anlattığın yok. Aslında çok şey anlatıyorum ama sessiz, içten içe. Ayfer'ciğim bu güzel fotoğrafımı göndermiş, haydi dedim hiç değilse pazarlarımızı anlatayım. Fotoğrafım dedim dikkatinizi çektiyse, ben görünmesem de parmağım görünüyor. Eh sepetim de afili yani. Yakıyor ortalığı. Peki ya içindeki domateslere ne diyeceksiniz? Artık yazın son yayla domatesleri geliyor pazara, son pembeler. Her hafta biraz alıyorum ya bu son, gerisi yok gari dedikleri an stoklama yoluna gideceğim. Hoş ne kadar stoklanır ki, bilemediniz iki hafta. Sonra yazı beklemeye başlayacağım yine. Bu ara haftada iki kere gittiğim zamanlar oldu pazara. Bir sürü kışlık aldım. Zeytinlerim tatlanıyor (kimini kırdım kimini çizdim), biberler közlendi buzlukta, közlenmiş biberlerin bir kısmı közlenmiş patlıcanlarla birlikte soslandı, kış için ayrıldı. Dün akşam biraz domates sos yaptım, sarımsaklı, makarna sosu olarak, fazlaca yaptım, kalanı 3 porsiyona bölüp ufak kaplarda dondurdum, kırmızı krizine gireceğim günler için. Kırmızı biberlerin bir kısmını küp küp doğrayıp buzluğa attım, kışın yemeklere renk veriyor. Bir miktar domatesi küp şeklinde doğrayıp, birazını rendeleyip dondurdum. İki pişirimlik de bamya. Doldu zaten buzluk. Hiç bu kadar doldurmamıştım. Bu sene yaz nimetlerinden ayrılmak istemedim galiba. (Gerçi bu ilk sefer değil, her sene anasından ayrılan çocuk gibi hüzün yaşarım.) Bitmeden bir kaç kere daha yiyeyim diye yayla fasulyesi alıyorum, en sevdiğim haliyle, beyaz barbunyayla pişirmek üzere. Barbunya da bitti bitiyor. Böyle işte. Günler geçigeçiveriyor. Kış geldi gelecek. Bense güneşin ve mevsim pazarlarının tadını çıkarmaya çalışıyorum, sessiz sessiz. (Bu güzel fotoğraf için Ayfer Yavi'ye teşekkür ederim.)

03 Ekim 2013

Fıstık gibi



Hem de ne fıstık.Aynaya baktım, kendimi gördüm. Seni de gördüm aynada. Fıstık gibiydin. Ne yaptın saçına? Gözlerinin içi gülüyor. Hadi bir kere de benim için gülümse. İyi geliyor insana değil mi gülümsemek? Bir başkasına, bir başka şeye, başka bir varlığa değil, kendine gülümsemek. Hem de gözlerinin içine bakarak. Fıstık gibisin bugün. Hep öyle kal.
*
Lafı açmışken fıstıklardan bahsetmemek olmaz. Alınır küserler sonra. Bu fıstıkları Kuala Lumpur'dan Penang'a giderken, otobüs mola verdiğinde görmüştüm. Sarı sarı. Almadım. Otobüste yan komşum ikram edince sevinerek kabul ettim. Meğer haşlanmış yerfıstığı imiş ve pek lezzetliymiş. Sonra hiç yapmadım, yapmadım ama unutmadım da. Geçen hafta pazarda taze fıstıkları görünce sordum hanımlara, siz hiç fıstık haşladınız mı? Aa evet haşlarız, pek güzel, kestane gibi olur dediler. Nasıl yapacağım? Suyuna biraz tuz koyarım dedi biri. Peki dedim. Makarna suyu kaynatır gibi kaynattım tuzunu da ekleyip. Kabuğuyla yıkadığım fıstıkları attım. 10-15 dakika kadar piştiler. Aman bir lezzetli oldu ki sormayın. Gözü kapalı yese insan, hakikaten kestane der.

27 Eylül 2013

Kekim diyorsa kektir



Diyorsa ki ben buyum, inanacaksın arkadaş. Öyle diyorsa öyledir. Kekse kektir, yalan söyleyecek hali yok ya. Ha derseniz ki keke benzer yanı yok bunun, size de inanırım. Yalan söyleyecek haliniz yok ya. Kendime de inanırım şimdi, bakın orada anlaşalım. Niye inanmayayım ki, ben yaptım neticede. Ben koydum kaba az biraz tereyağı. Fırın çalışıyordu zaten, eridi kendiliğinden. Üzerine yumurtayı ben kırdım, tek bir yumurtayı. Robotta çektiğim badem ve dut kurularını ben ekledim, ununu, tarçınını, sütünü, karbonatını, accıcık pekmezini ben koydum. Elimle yoğurdum. Ekmek mi bu neden yoğurdun ki diye soracaksınız biliyorum. Haklısınız ekmek değil. Sadece alışkanlık. Yaz boyu kahve yanında yediğim, adı lorlu kurabiye olup kurabiye değil kek gibi pişmiş olan az biraz tatlı çöreği elimle yoğuruyordum. Bunu da yoğurdum, yağlanmış tepsiye yaydım, elimi ıslatıp bastırdım, üzerini düzelttim. 170 derecede pişirdim. Ha bir daha yapsam aynı şekilde mi yaparım yapmam orası ayrı. Ununu daha az koyarım. Biraz daha yumuşak olur öylece. Böyle de güzel güzel olmasına. Kahvenin yanında öyle kendince kıvamıyla hoş oldu. Sevmedim değil, haşa, neden sevmeyeyim pek sevdim. Mutlu olmaya hazırdım zaten, yaptım, yedim, mutlu oldum.

22 Eylül 2013

Kampanya bitmeden

Ne çok zaman oldu yazmayalı. Neredeyse unutmuşum bloga nasıl yazı yazılacağını. Bu uzun ayrılık için özür dileyerek başlayayım istedim söze ve bir tanıtma/hatırlatma yapayım istedim. Her Güne Bir Yemek'in güncellenmiş yeni baskısı Mayıs ayında raflardaki yerini aldı almasına da ben burada tanıtamadım bile. 150 yeni tarif, yeni fotoğraflar (artık her yemeğin fotoğrafı var), yeni sayfa düzeni ve son yıllardaki seyahatlerimden bilgilerle, yeni dostların katkılarıyla ilk baskısına göre çok daha içime sinen bir kitap oldu. Sağlıklı beslenmek isteyen dostlara da müjde, kitaptaki tariflerin pek çoğu diyet yapmak isteyenler için uygun. Neden mi? Çünkü diyet hallerine uygun tarifler içeren bir kitap hazırlığında idim. Her Güne Bir Yemek'i oldukça ciddi bir şekilde değiştirmek istediğim için ondan vazgeçip hazırladığım tariflerin çoğunu Her Güne Bir Yemek'te değerlendirmeye karar verdim. Bu halini beğenirsiniz umarım. İdefix'te şu anda %35 indirimle satılıyor, aklınızda olsun!
*
Görüşmeyeli neler oldu? Hem çok şey oldu, hem bir şey olmadı. Miniklerim (Maya ve Leyla) üç hafta kadar bizimleydiler, onlarla birlikte olmanın tadını çıkardık. Bu yaz bahçemiz pek verimli idi, pazardan hiç bamya ve börülce almadım, bahçeden yedik. Hatta bir kısım börülceyi dalında kurumaya bırakıp ayıkladım, kışlık olarak Antalya'ya getirdim. Salatalık, domates, biber, patlıcan ve maydanoz da bahçedendi. Hünnap ağacımız meyveden yıkılıyordu, daha tam tatlanmamış olsalar da toplayıp getirdim, elma niyetine çıtır çıtır yiyorum. Komşularımızdan gelen çekirdeksiz üzümleri kuruttum. Bu kış keklerde tatlandırıcı olarak onları kullanacağım. Annem için biber-domates karışık salça yaptım. Domates de kurutacaktım ya pazarda organik pembe domateslerin kurusunu görünce uzun zamandır ilk defa kuru domates aldım. Bu yaz kendimi nadasa bıraktım. Temizlenme, arınma dönemi olsun istedim. Tam başarılı olamadıysam da üzerinde çalışmaktayım. Bir gün inşallah...

04 Mayıs 2013

Balkon bahçem


Bugünlerde yaşama sevincim bu mini bahçe. Bahçe bile değil, balkon aslında kendisi ama kendini bahçe zannediyor. Sardunyalara biberler, kiraz domatesler, fesleğen ve naneler eklendi. Aslında beş litrelik pet şişelerin tepesini yanlamasına kesip toprakla doldurarak onlardan yeşillik saksısı yapma planım var ya, beklemede. Müsait olduğumda apartmanın bahçesindeki toprak ıslaktı, sonra ben yolculuğa çıktım, geldim gelmesine ya yol yorgunluğunu bir türlü atamadığımdan gerçekleştiremedim onu. Yapacağım elbet ancak yapana kadar da bu güzelleri seyretmekten beni kimse alakoyamaz. Ah tabii bir de her sabah bir dal nane koparıp çaya atmanın, serin bir bardak suyu bir dilim limon ve bir dal naneyle serinletmenin ne parasal ne sözcüksel karşılığı olmadığını söylemeliyim ki sizi de balkonunuzu yeşertme konusunda yüreklendirebileyim.

18 Nisan 2013

Biraz ordan biraz burdanlarla


Bu blogun okurları (yani eskiden beri okuyanlar demek istedim) benim biraz ordan biraz burdanlarla yarattığım kekleri bilirler. Bir de tasarrufseverliğimi. Geçen gün balık yapmak için fırın yanınca hadi ısı boşa gitmesin, zaten kahve yanında yemeyi de seviyorum diye bir uyduruk kek yapayım dedim. Ne malzemem var? Pazardan aldığım sütten var, köy yumurtam, tam unum, azar azar kalmış bademlerim ve keşü fıstıklarım... İki yumurtayı kırıp çırptım. Geçen sene Göynük'ten aldığım elma pekmezinin sonu kalmıştı, onu ekledim. Birer çay kaşığı tarçın ve toz zencefil. Çok az sadeyağ erittim keki yapacağım mini kalıplardan birinin içinde (fırının üzerine koyunca hemen eridi zaten, ekstra enerji kullanmadım), sütten biraz ekledim, bademle fıstığı mini robotta çekip un haline getirdim. Bir bardağa yakın un ve bir çay kaşığı da karbonat ekleyip karıştırdım, 180 derecede ısınmış fırında pişirdim. Oldu size mis gibi bir kek. Her gün kahvemin yanında iki tane bu minilerden yiyorum, bana yetiyor.

26 Mart 2013

Bir denge öyküsü



Şimdi arkadaşlar bir denge masalı anlatacağım size, gelen giden armağanlar arasında. (Gelen giden armağanlar diyorum, bilmiyorsunuz çoğunuz değil mi "Kutsal Ekonomi-Armağan Öyküleri" grubunu? Bir sürü yüce gönüllü güzel insan bir araya gelmiş, armağanlar akıp duruyor. Hatta bu öyküleri çemberler etrafında da paylaşıyoruz bazen. İşte ben de bu öyküyü gruptaki arkadaşlarıma anlattım ilkin. Sonra dedim neden blog komşularımla da paylaşmıyorum. Belki ihtiyacı olan vardır basit bir denge masalına, sebeplenir o da hafiften.

Günlerden bir gün uzak diyarların birindeyim. O diyar ki, döneli daha bir kaç gün olmuş, daha kendime gelememiş, normal ritme girememişim. O diyar ki, henüz anılar taptaze, uzansam dokunacağım sanki o hayata. İşte o gün, trenle yarım saat uzaklıktaki kente gidip dönmek niyetiyle çıkmışım yola. Yolda bir şey yok, çıkılır, yapılacaklar yapılır, dönülür de işte o gün, sabahtan beri gelen kazıklamış giden kazıklamış. Kazıklandığımı biliyorum, gerçek fiyatları biliyorum çünkü ama gelin görün ki adamların dilini konuşamadığım için bir türlü derdimi anlatamıyorum. Hani didişsem oralıların ödediği parayı ödemeyi becereceğim belki ya bende de o derman yok. Aman efendim içimdeki kızgınlık suyu kaynadı da kaynadı, fokurdadı da fokurdadı o gün, ta ki akşam üzerine kadar. Hatta son kazıklama çabasıyla taştı bile. Sonra o sabah ayrıldığım yere döndüm. Bir adam var, gençten. Ona yerel peynir ve yerel ekmeklerle (bizim katmer gibi bir şey) sandviç yaptırıyorum, oralı arkadaşım Said'den öğrenmişim. Acıkmışım, birazını burada yiyeyim deyince dolaptan bir bardak çıkarıyor. Biliyorum o bardakları da içindekileri süt sanıp duruyorum günlerdir. Meğer yoğurtmuş. Hem de tatlı mı tatlı, leziz mi leziz bir yoğurt. Öyle bardaklara mayalıyorlarmış muhallebi gibi, kaşık veriyorlarmış yanında da, oturup yiyormuşsun ferah ferah. Elini kalbine koymuş, bu benden diyor. Armağan ediyor yani. Bendeki o kızgınlık var ya, her kaşıkta öylecene eriyip gidiyor, yumuşacık, tatlı yoğurt kalbimi yumuşatıyor. Sonra diyorum ki kendi kendime: Kızmaya ne gerek var ki biri alır biri verir, her zaman bir denge vardır yaşamda. Yaaa işte, bir bardak tatlı yoğurt kurtarıyor günü. Yoksa içim fokurdayıp duracak...


28 Şubat 2013

Balığa altlık

Geçenlerde Ayfer, "neden fotoğraf yüklemiyorsun," diye sorduğunda Facebook'tan bahsettiğini zannettim. "Facebook sayfasında fazla fotoğraf yayınlamak istemiyorum," dedim. Tamam kişisel şeylerin ağırlıklı olarak yüklendiği bir sistem (paylaşım sözcüğüne de kıl olmaya başladığımdan onun yerine başka bir sözcük arıyorum. Ne desem ki?) ama çoğu kişinin en özel, en kişisel fotoğraflarını dünyaya sunması beni şaşırtıyor. Niye şaşırdığıma da şaşırıyorum aslında. Hem üstelik bana ne ki? Çoğu zaman bir şey yazmadan önce bir durup düşünüyorum: "iyi de bundan kime ne?" Vazgeçiyorum yazmaktan. Böyle bir süreçteyim anlayacağınız. Meğer Ayfer blogdan bahsediyormuş. Dedim haklısın, bu ara ben de düşünüyorum yazmayı. Sonra bu sabah, Türkmen'in armağanı muhteşem kahvemi içtikten sonra ilham geldi (tam bir kahve snobu oldum, üstelik hem cahil hem cühela dedikleri snoblardan!) nicedir bekleyen bu fotoğrafı ve hikayesini anlatmaya karar verdim. Işıl (tatlı miniklerimin annesi) çok güzel bir somon yapar fırında. Bir süre sosta beklettiği somon dilimlerini fırınlar, hepimiz bayılırız. Geçenlerde nicedir somon almıyorum hadi bir alayım dedim, soslar pişiririm. Oysa ben somon sevmiyorum. Çok ağır buluyorum. Hele de buralarda taze somon bulmak iyice zor olunca pek sevilecek bir hali de olmuyor balığın. Tamari (aslında o da soya sosu ancak piyasadaki soya soslarından farklı olarak buğday kullanılmamış fermente soya fasulyesiyle yapılıyor), teriyaki sos, susam yağı, sarımsak, az bal ve taze zencefil ile sos hazırlayıp somon dilimini bir kaç saat bu sosta beklettim, yağlı kağıt üzerinde fırınladım. Balık taze olsaymış pek leziz olacakmış. Ama ben bugün balığı değil, altlığını anlatmak niyetiyle söze giriştim. Seviyorum balığı bir yatak üzerinde sunmayı. Evde de bir şey yok. Ne kullansam ne kullansam derken buzlukta bulunan haşlanmış kuru fasulye ve közlenmiş biberleri anımsadım. İkisinden de birer paket çıkardım. Az zeytinyağında bir ufak doğranmış soğan ve bir kaç diş sarımsağı soteledim, fasulye ve közlenmiş biberi ekleyip az pişirdim. Biraz tuz, biraz taze çekilmiş beyaz biber yetti. Blenderden geçirdiğimde balığa yataklık edecek pürem de hazırdı. İş tabaklara pay edip üzerlerine balık dilimlerini koymaya kaldı. Bir de süs olsun diye maydanoz. O kadar.

09 Şubat 2013

Ekmek kokusu

Şu dünyada sevdiğim pek çok koku var ama en sevdiklerimi sorsanız herhalde ekmek ve nergis kokusu derim. Tabii bebek kokusunu da eklemeliyim "en" listesine, hele de ailemize muhteşem bir bebeğin katıldığı şu aylarda. Gerçi Leylacık bizden binlerce kilometre uzakta yaşıyor ve o güzelim kokusunu duyamıyorum ama en azından ilk ayında hep yanındaydım, anılarla avunuyorum. Bir de son dönemde kahve kokusu eklendi sevdiğim kokulara. Kahvelerimin durduğu dolabı her açışımda burnuma gelen koku beni deyim yerindeyse çıldırtıyor, hemen bir kahve yapmamak için zor tutuyorum kendimi ama bugünün konusu ne kahve, ne nergis ne de bebek. Bugün ekmekten bahsetmek niyetindeyim, fotoğrafta gördüğünüz şu ye beni diyen ekmekten. Hikayesi şöyle: Günlerden bir gün arkadaşım Handan kahvaltıya davet etti, Yeşim ve Meltem'in de bulunduğu bu kahvaltıda bize kendi elleriyle hamurunu yoğurduğu mayasız tava ekmeklerinden yaptı, hani şu Hintlilerin "çapati" dediği ekmekten. Aman bir güzeldi ki. Evde ekmeğimizin kalmadığı bir gün annemden erken kalkmış olmanın kazandırdığı zamanla tam undan ufak bir hamur yoğurdum. İçine biraz süt, biraz tuz, biraz da kekikli sızma zeytinyağı kattığım hamurdan el kadar şekilsiz ekmekçikler açtım. Hamuru biraz yumuşak tutmuşum. Evdeki oklavayı da bulamayınca bir şişe yardımıyla açarken bolca un kullanmak zorunda kaldım. Tavayı iyice ısıtıp teker teker pişirdim, pişenleri soğumasınlar diye temiz bir mutfak bezi arasına sakladım. Toplam 5 tanesi bize yetti. Kalan hamuru unladığım bir kapta dolaba kaldırdım, ertesi gün yeniden taze ekmek pişirmek üzere. Bu sefer oklavayı bulduğumdan oklavayla açtım ya hamurun yumuşaklığı başımı epey ağrıttı. Demek ki neymiş, bu tür hamurlar sertçe tutulmalıymış. Bir sonraki tecrübeye hazırım. Ekmeklerin yamuk yumuk olması da beni rahatsız etmiyor doğrusu. Sonuçta önemli olan tadı değil mi?

29 Ocak 2013

Pembe turşu

Lübnan'da ister lüks bir restoranda, ister bir sokak lokantasında olun, sofraya mutlaka getirilen bir turşu var: Pembe turşu. Turp turşusu bilir misiniz? Bu turşuyu turpla yapıyorlar. Rengi veren pancar. Ufak bir pancar kullandınız mı turpları bir güzel boyuyor. Hoş yediklerimin pembesi o kadar yoğundu, turşular o kadar kıtır kıtırdı ki, bu işin içinde başka bir malzeme var diye düşünmedim değil. Pembe turşu karşıma her çıkışında evde deneme arzum bir kat daha arttı. Bugün pazarda oh oh ne güzel ne güzel diye gezerken bir anda hatırladım (o anda tonton teyzemin tonton kocasıyla kurdukları tezgahtan yerelması, kereviz ve salata için içi kırmızı turplardan alıyordum), turşuluk turp ve pancar da aldım. Sonradan gördüğüm tariflerde dışı pembeli beyazlı olan turplardan kullanıldığını anladım ya ben dışı siyah olanlardan almıştım. Araştırdığımda şu tarifle karşılaştım ve onu uyguladım. Turplarımı çubuk çubuk doğradım, pancarla birlikte (onu da aynı şekilde soyup dilimledim) kavanoza yerleştirdim, 2-3 diş sarımsak ekledim. İki su bardağı su, bir su bardağı sirke, birer çorba kaşığı toz şeker ve deniz tuzunu kaynatıp sıcakken turpların üzerine döktüm. Yetmedi tabii. Üzerine tekrar kaynattığım suyu ekledim ama biraz daha sirke koymalıydım, biliyorum. Yarın tadına bakıp gerekli olan şeyleri ekleyeyim dedim. Bu turşu 2-3 günde oluyormuş. Bakalım göreceğiz nasıl olacak. (Bu fotoğrafta pembe turşuyla birlikte biber turşusu ve yeşil zeytin de var. Kimi zaman karışık getiriyorlar, kimi zaman tek başına.)

11 Ocak 2013

Tazelik

Esma hanımcığım "o pötikareli mavi tabaklarınızdaki tariflerinizi özledim" diye mesaj salmış. Gördüm tabii, nasıl görmem. Eh bu zarif isteğe karşı koymak da mümkün değil. Açtım dosyaları, baktııım baktııım baktıııım. Var tabii o fotoğraflardan ama ben bu güzelim yeşil kâsemdeki salatada karar kıldım. Yani tamam hava buzzz gibi. Bu havada insanın canı sıcacık çorbalar çekiyor daha çok. Aslında dün yaptığım brokoli, havuç, yerelması çorbamın fotoğrafını çektim. Hem de nergisler arasında. Çorbanın özelliği peyniraltı suyuyla pişmiş olması idi. Hindistan'ın ünlü baharat karışımı "garam masala"dan eklemiştim bir çay kaşığı. Hoş sebzelerin tadını baskıladığı için bir dahaki sefere garam masala koymam ama bu haliyle de kendine has bir çorba olduğunu söylemeli. Gelelim fotoğraftaki salataya. Buğday ve yonca filizi ile şifalanmış marullu, bademli, avokadolu bir salata. Hani kışın bedene lazım olan vitaminleri içeren, sağlık küpü bir salata. Bu güzelim salata beğendi ise Esma hanımcığıma ve sağlık dileklerimle tüm güzel yürekli dostlarıma armağan olsun. İçinizi ısıtacak güneşli bir gün dileğiyle.

02 Ocak 2013

Nefes

Dostlarımın güzel yeni yıl dileklerini aldım, şükrettim ancak onlara çoğu zaman yanıt veremedim. Ne diyeceğime karar verememiştim çünkü. Dün sabah erken bir saatte pazara gitmek üzere sokağa çıktığımda her tarafın boş ve sessiz olduğunu gördüm. Issızlığın tadını çıkarırken çiçeğe durmuş yediveren limon ağaçları ve artık çiçekleri geçmek üzere olan yeni dünya ağaçlarıyla selamlaştım, onların güzelim kokusunu içime çektim. Sonra beyaz bir kedi gördüm, sokaklar bana kaldı dercesine dolanıyordu. Ardından trafik gürültüsü yok yaşasın diyerek şakıyan muhabbet kuşlarının neşesine katıldım. Alıştığım yollardan geçip pazara vardım, ya kurulmadıysa diye endişelenerek. Ne de olsa yılın ilk günüydü ve herkes sıcacık yatağında yatarken... Neyse ki pazar kurulmuştu. İlk aldığım şey mis kokulu nergisler oldu. Onları muzcuya emanet ettim, dönüşte muzla birlikte alırım diye. Sütçüme gittiğimde bir nenenin fotoğrafta gördüğünüz katmerli nergisleri getirmiş olduğunu görüp ondan da dört demet aldım. "Bunlar olmasa gelmeycektim" dedi. İyi ki gelmişin nenem dedim. Alışverişimi tamamlayıp eve geldiğimde artık ne mesaj vermem gerektiğini biliyordum. Her ne yaşarsanız yaşayın, şu bir dal nergisin yaşama sevincini hatırlayın. Siz de onun gibi yaşama tutunabilir, sevincine ortak olabilirsiniz. Aldığımız her nefes çok kıymetli. Nefesinize iyi bakın olur mu?