19 Haziran 2012

Yazın neşesi: Domates

Salı Pazarı'na her gidişimde yaptığım gibi, turuncu bisikletimi evde bıraktım. Bu sefer yanımda sırtında koca çantasıyla Montana'dan gelen misafirim Mary vardı. Kadıncağız yük taşımasın diye taksiye bindik, soluğu Tevfik ustanın yerinde aldık. Antalya'da isem ve salı günü pazara gideceksem evde kahvaltı yapılmıyor, Tevfik ustayla sohbet ederek o muhteşem börek yeniyor. Böreklerimiz gelmiş, afiyetle yemişiz. Ben tabii daha önce bitirmişim. Mary dal gibi. Kuş kadar yiyor nasıl olmasın. Ben bu ara kuş kadar yiyemiyorum. Sıcaklar iştahımı kapatacağına açtı. Böreğim bitti ya, aklım fikrim sütte. Geç kalırsam süt biter. Bitmese de sıcakta kesilebilir. Mary sen yemene devam et, tramvay için vakit var daha nasılsa benim pazara gitmem lazım dedim, vedalaştım ve koşar adımlarla pazara yürüdüm. Sütümü aldıktan sonra rahat rahat başka şeylere bakabilirim. Yaz geldi, sıcaklar bastırdı ya, pazarda bol bol yaz sebzesi var artık. Tarladan yani. Yoksa kış boyu tezgahlardan eksik olmadı hiç biri. İnatla direndim, yaz gelince dedim biber patlıcan satmaya çalışanlara. Artık içim rahat. Tarladan (hatta yayladan) fasulye buldum aldım. Kabak aldım, kiraz aldım, salatalık aldım. Yeni dünyanın sonu artık. Ondan aldım. Son dalbaşı limonlar artık. Biraz da limon aldım. Çantam ağırlaştı ya benim gözüm doymadı. İyi ki biraz daha dolanmışım (tarla maydonozu arıyordum çünkü), bir de baktım eciş bücüş pembe domatesler. Tarla domatesi! Nicedir serada yetişmiş domatesleri tarla diye yutturmaya çalıştıklarından çekiniyorum. Sera tabii bu değil mi gibi şaşırtmacalı sorunca sorumu, "sen üzerine para versen de sana yalan söylemem, tarla bunlar" demez mi satıcı? Baktım dürüst adama benziyor. Ah dedim keşke sepetimi getireydim. Şimdi ezilir bunlar. Haftaya getirirsin ben her hafta buradayım dedi. Tamam dedim. Aman bir sevindirik oldum ki. Oh be pembeler çıktı artık. Neşelendim, keyiflendim. Yaa böyle işte. Aslında altı üstü bir domates ama benim küçük mutluluklarımdan biri bu domates. İşin derinine indiniz mi, hiç de küçük bir mutluluk olmadığını, tarlada binbir emek yetiştirilmiş pembe domatesin dünyanın en güzel mucizelerinden biri olduğunu herkes bilsin, duymayan kalmasın isterim.

12 Haziran 2012

Ekmek terapisi

Bugün şöyle kırmızılarla, sarılarla çıkayım karşınıza istedim. Neden bilmem. Aslında bu fotoğraftaki ekmek değil konumuz ama içimden onun fotoğrafını koymak geldi. New York'ta bir öğle yemeğimdi. Kaç sene önce. Konuyu dağıtmayalım ve bugüne gelelim. Turuncu bisikletim hayatıma girdiğinden beri fena halde özgür hissediyorum kendimi. İlk günlerinde Antalya'nın yollarıyla tanışan bisikletim artık pazara da gidiyor. Pek mutlu. O da benim gibi seviyor pazarları. Pazardan aldıklarımızı sepetine yüklediğimde gıkı çıkmıyor. Tabii ben de fazla abartmıyor, azar azar alıyorum alacaklarımı. Bugünkü yükümü taşıyamayacağını bildiğimden onu evde bıraktım giderken. Bilmiyorum söylendi mi ardımdan. Erken çıktım, Tevfik ustacığımın böreğiyle başladım güne ve yürüdüm pazara. Sütümü aldım, köy yumurtalarımı filan. Sütü boyalı gazoz şişelerinde getiriyorlar pazara. 2.5 litrelik süte 3.5 tl verdim. Üzerinde yazdığına göre, 2.5 litrelik gazoz da 3.25 tl. Bakar mısınız şu işe. Biri en önemli gıda maddelerinden biri, öteki ise insan sağlığını olumsuz yönde etkileyen, hele de çocuklarda zararları aşikar olan bir içecek ve ikisi neredeyse aynı fiyata. Neyse, asıl konumuz bu da değil ama paylaşmadan geçemedim. Bugün bir ilke niyet ettim. Hani ben sütü alınca yarısıyla yoğurt mayalıyor, kalanıyla peynir yapıyorum, peyniri yaptıktan sonra kalan peyniraltı suyunu da çorbalarda kullanıyorum ya, bu sefer değişiklik yapayım istedim. Daha doğrusu asıl nasıl sonuç vereceğini merak ediyor olduğum için ekmeğimi bu şifalı suyla yoğurmaya karar verdim. Biraz önce yoğurdum. İpeğe dokunur gibi bir his. Peyniraltı suyunun etkisi olsa gerek, önceleri hiç böyle hissetmezdim. Şimdi kabarıyor. Ben de ekmek terapisinin huzurunu yaşıyorum. Bir keyif bir keyif. Fırından çıkarır çıkarmaz (yok biraz beklerim sanırım) hemen tadacağım. Üzerine de kendi yaptığım peynirden süreceğim. Ne heyecan!

04 Haziran 2012

Kuşkonmaz aşkına

Bu yemeğin tarifi şöyle: Önce giyinip hazırlanır, güzel turuncu bisikletinle birlikte çıkar, Beydağları'nı ve Akdeniz'i seyrederek (tabii öncelikle yola dikkat ederek) yarım saat pedal basarsın. Bisikleti alışveriş merkezinin yan tarafındaki demirlere bağlar "lüküs tüketim marketine" girersin. Lüküs tüketim diyorum çünkü normal marketlerde veya pazarlarda bulamadığım şeyler satılır orada. Arada nefis körletmek için gitmeyi severim. Aman tanrım o da ne, kuşkonmaz var. Evet pahalı. Elin gider, vazgeçersin. Elin yine gider. Bir yandan içinde savaş vardır. O kadar da lüksüm olsun dersin. (Yarım kiloluk demet 8.55 tl) Bir kaç şey daha vardır alacağın. Hepsini alır evden götürdüğün çantaya koyarsın. Çantayı bisikletinin sepetine atar yola koyulursun. Bir yarım saat daha pedal basıp eve geldiğinde karnın çoktan acıkmıştır. Dolaptaki makarna kutusunu çıkarırsın. Tartar 100 gram makarna alırsın. Bir yanda da kuşkonmazın yarısını bir çay kaşığı sarı yağ, karabiber, rendelenmiş sarımsak ve maydanoz suyuna ekleyerek (iki parmak kalınlığında keserek, tabii kart kısımları atılacak, aşağı kısımların da kabuğu soyulacak) pişirirsin. Makarna haşlanır, ama tam haşlanmaz, dirice kalır. Süzüp suluca olan kuşkonmaza eklersin. Birlikte de bir kaç dakika pişer ve birbirine alışır sosunuzla makarnanız. Saat 17:00 olmuştur. Erken bir akşam yemeği için güzel bir saat. Zaten beyaz makarna yedim diye kendini suçlu hissettiğinden bari erken yiyeyim de suçluluk duygum azalsın dersin. Yatmaya yakın karnın acıkır ama aynaya bakıp ıııhhhh dersin, yedin ya akşam yemeğini. Eline kitabını alıp yatağa uzanırsın. Yarın olsun da sevgili turuncu bisikletime yine bineyim, yine kendi yarattığım rüzgarla püfür püfür gezineyim dersin. Derin bir uykuya dalarsın. Dalmadan önce son düşündüğün şey, "yarın peyniraltı suyunda kabak çorbası yapayım, yanına da salata yiyeyim"dir.