28 Temmuz 2010

Değişen alışkanlıklar

Akşamüzeri soğan doğruyorum. Fatma'yla Burhan'dan aldığım taze fasulyeyi ayıklamış, yıkamışım. Soğan fasulye için. Yarısı bahçeden, yarısı pazardan domatesleri de yıkayıp hazır etmişim. Soğanları farklı şekilde doğruyorum artık. Yine küp küp (kulakları çınlasın Ümit usta ilk kitaplarımı almış, incelemiş ve bir imza gününde tanıştığımızda bana, "soğan ufak doğranmalı, yemeğin içinde görünmemeli" demişti. Oysa ben soğanın görünmesini severim. Saklayacak nesi var ki güzelim soğanların) doğruyorum çoğu zaman ya soyarken hem tepesini hem sap kısmını kesiyor ve ters yüz edip öyle doğruyorum. Nasıl diyeyim, kök kısmından değil, sap kısmından başlıyorum doğramaya. O zaman doğrama işleminin sonuna geldiğimde zorlanmıyorum, dağılmıyorlar çünkü. İşte bugün yine soğan doğrarken mutfakta zaman içinde değişen alışkanlıklarımı düşündüm. Mesela artık taze fasulyeyi pişirirken soğan ve sarımsakları (evet ben sarımsak da koyuyorum taze fasulyeye) zeytinyağında hafifçe kavurduktan sonra yıkadığım fasulyeleri ekliyor, biraz da birlikte kavuruyorum. Onlar kavrulurken ben domatesleri soyuyor, bir tabakta biriktiriyor, sonra doğrudan tencerenin içine doğruyorum. Hepsini güzelce bir karıştırıp kapağını kapatıyor, ateşi iyice kısıyor, kendi kendine pişmeye bırakıyorum. Sizin de vardır değişen alışkanlıklarınız, yağ, tuz, su, pişirme yöntemleri, mevsimler, vs. Var mı acaba burada paylaşmak istedikleriniz? (Bütün gün Maya hanımın peşinde koşturmaktan bitap düşmüşüm, cümlelerim eciş bücüş olduysa affola.)

23 Temmuz 2010

Uğultulu bir günden

Rüzgar deli deli esiyor. Rüzgar oldu mu Ağustos böcekleri ötmüyor cır cır. Rüzgar dindi mi çıkıyorlar ortalığa. Essin istiyorum. Durmasın. Hava sıcak. Rüzgar olmadı mı bunaltıyor insanı. Bahçedeki gariban sebzeler kendilerinden geçmiş, yerlere yayılmış durumdalar. Güneş çekilse, sulasam, serinleseler. Bir yandan kısır yiyorum. Işıl yaptı. Öyle güzel ki tadı. Hatay usulü dedi, içinde zeytinyağında kavrulmuş kuru soğan var. Sonra nar ekşisi var, limon var, kimyon var... Domateslerle maydanozlar bahçeden. Kısırı içine koyup yiyeceğimiz marullar da. Gerçi ben marulların suyun öpücüğü ile kendine gelmesini bekleyemedim, koydum bir kaseye kaşıklıyorum. Maya'cığım odasında dinleniyor. Akşamüzeri denizde harcayacağı enerjiyi toplarken o, biz rüzgardan mı, sıcaktan mı bilinmez, pelte kıvamındayız. Hepimiz adına konuşmayayım, ben öyleyim en azından. Arşivimde kısır foroğrafı var mı diye düşünüyorum. Bu sıcakta kim fotoğraf çekecek şimdi. Yok galiba. Zihin arşivimi tarıyorum, çıkmıyor bir şey. Yeşillik fotoğrafı koysam diye -neden ki- Baltık ülkelerinin pazarlarında çektiğim fotoğrafları gözden geçiriyorum. Yandaki konuyla en alakasız olanı belki. Yani evet kısırda dereotu var ama ışgın yok. Fotoğraftaki dereotları da dikkat ederseniz çiçekli, tohumlu. Oralarda turşuya konurmuş. Bir sonbahar günü, herkesler paltolarına sarınmış. Soğuk çünkü oralar, bizde yaz hala hüküm sürse de o günlerde. Pazarlar rengarenk. Herşeyden almak istiyorum. Eve götürmek, turşular kurmak, yemekler pişirmek, reçeller kaynatmak. Oysa ben sadece bir turistim. En fazla bir yemek pişirebilirim kaldığım evin mutfağında. Nereden nereye. Yeşillik fotoğrafı ararken başka ülkelere, başka mutfaklara gittim. Sıcak bunalttı diye mi uzaklaşıverdim şu andan bir bilebilsem...

21 Temmuz 2010

Tatil için bir yer arıyorum

Sevgili dostlar, komşular, çok sevdiğim birileri için tatil yapacak huzurlu, sakin, deniz dibinde (ve tabii abartılı fiyatı olmayan) bir yer arıyorum. Çanakkale-İzmir arasında bir yerlerde. Bildiğiniz, test ettiğiniz, gittiğinizde huzur bulduğunuz, yemeklerine bayıldığınız, hep yeniden gitmek istediğiniz bir yer var mıdır? Varsa paylaşır mısınız? Teşekkürler. (Bilgi paylaşan herkese çok çok teşekkürler. Galiba bulduk bir yer, eğer memnun kalırlarsa dönüşlerinde paylaşırım.)

18 Temmuz 2010

Samsun %100 Ekolojik Pazar

Söz verdiğim gibi haber alır almaz Samsun %100 Ekolojik Pazar'ının yeniden açılışını müjdeliyorum. Ayrıntısını aşağıda okuyacağınız gibi 17 Temmuz 2010 tarihinden itibaren, haftada üç gün olarak (pazar, salı, cumartesi), Asrı Mezarlık karşısında hizmet verecekmiş:
http://bugday.org/article.php?ID=4041

16 Temmuz 2010

Bozburun'da bir güzel mekan

Ben Bozburun'a hiç gitmedim. Bilmem siz gittiniz mi? Methini duydum duymasına ya bir türlü kısmet olmadı. Geçenlerde sevgili dost Arslan'dan (hani daha önce burada anlattığım muhteşem çocuk kitaplarının yazarı) bir mektup geldi. Sevgili Deniz'in (o da Arslan'ın ve sevgili arkadaşım Fatma'nın ve dahi bir sürü başka kitabın muhteşem resimlerini yapmış ve güzel mi güzel masal kitapları yazmıştır) ablası Oya hanım Bozburun'da Limon Ağacı adında bir kafe açmış. Arslan diyor ki, "benim tatlıyla aram yoktur ama ben bile dondurmasıyla limonatasına bayıldım." Ahşap masalar, sandalyeler, önünde sardunyalar, fesleğenler, cam güzelleri... Sonra masmavi bir deniz. Atatürk Meydanı'nda hemen, gümrüğün karşısında. Gitmediğim, görmediğim bir yeri tanıtma adetim yoktur aslında ya Arslan söyleyince gözlerimi kapattım ve oradaymış gibi hissettim kendimi. Belki güzel yürekli bir kaç insanın bu lezzetlerle tanışmasına sebep olurum dedim. Belki okuyan birileri gider, o dondurmalardan benim için de yer, şöyle derin bir oh çeker, yahu yaşamak ne güzel şeymiş der falan... Oya hanım selam olsun size. Güzel günler olsun, gelenler ayaklarını sürüsünler, güzel insanları peşlerine taksınlar. Siz de bol bol limonata yapın, halis mulis tatlılar, dondurmalar sunun misafirlerinize. Bereketiniz de, sevinciniz de, dostunuz da bol olsun. (Not: Bu fotoğrafı ben çekmedim. Ricam üzerine Oya hanım Arslan'a, Arslan da bana yolladı. Yani çekilmesinde katkım yoktur. Olsun isterdim çünkü fotoğrafı çektikten sonra o dondurmaları kimselere bırakmazdım! Ben bu yaz hiç dondurma yemedim galiba. Kutu içindeki krema bombardımanı boyalı, sütsüz şeylere dondurma bile demiyorum tabii! Bu ara Ören'deki muhteşem dondurmacıya gitsem. Neydi adı oranın? Kaldo'ydu galiba derken internete baktım, aaa Facebook sayfaları var:
http://www.facebook.com/group.php?gid=45470857603 Canım balbademli ve sakızlı dondurmalarından istedi şimdi. Ya da gerçek karadutlu dondurmasından!)

12 Temmuz 2010

Bir gün daha geçiyor hayattan

Sabah 8:30. Burhaniye meydanı sakin. Bankamatiğin önünde kimse yok. Biraz para çekmek lazım çünkü cebimdeki yetecek gibi değil. Pazardan önce her hafta yaptığım gibi börekli kahvaltımı yapacağım koca çınarın altında. Kemere doğru yürürken bir ses çalınıyor kulağıma: "Köfte iki liraaaa." Bir kadın geçiyor, gençten. Dükkan sahiplerine hayırlı işler diliyor. Çay bahçesinde yeni bir çocuk var. Ufacık bir şey. Hemencecik getiriyor çayımı, sağolsun. Pazara kavuşmak harika. Tanıdıklarla sohbet etmek. Biri sesleniyor oracıktan: "Fotoğraf çekmiyor musun artık?" Sen iste yeter ki, getiririm bir gün makineyi. Yanındaki bahçıvan, "ah bizim bahçeye gelsen, böyle sulama yaparken çok fotoğraflık oluyor. Duvara asardık," diyor. Taze nohutun belki de son haftası. 3-4 dakika haşlayıp sosa koydum mu harika oluyor tadı. Miniklerini Maya'ya ayıracağım bu sefer, seviyor öyle şeyleri bazen. Barbunyayla karışık pişirdiğim fasulye soğuyor, pazardan gelir gelmez ayıklayıp pişirdim birlikte, Gökçen beyi anarak ("çakıldaklı fasulye" deyimini o soktu mutfak literatürüme). Serpil'ciğim dün akşamki yeni ay ve güneş tutulmasının vermek istediği mesajın "kendimizle bütünleşerek yeni bir doğuma gitmek" olduğunu söylüyor gönderdiği mektupta. Bir de diyor ki, depolama ihtiyacı korkudan gelir. Depoladığın her neyse bırak. Paraysa, yiyecekse, kiloysa, duyguysa, hastalıksa... Bırak ve özgürleş hepsinden. Özgürleşmeye niyet ediyorum, bir gün daha geçerken hayattan. Sakinim. İçimde bir huzur dalgası, siliyor yavaşça eski kayıtlarımı. Özgürleştiriyor bir nebze.

08 Temmuz 2010

Tam kıvamında

Bugünkü salatamın herşeyi kıvamındaydı. Yağı, tuzu, limonu. Aslında basit bir salata. Öncekilerden pek bir farkı yok. Bildiğiniz malzemeler, marul, taze soğan, bahçe rokası, yabani semizotu, bahçe maydanozu, dereotu, taze kırılmış ceviz, ayıklanmış ayçiçeği, deniz tuzu, erken hasat sızma zeytinyağı ve limondan oluşuyor. Bir de çıtır salatalık var içinde, ufalak doğranmış. Bazen limonunu fazla kaçırıyorum salatanın. Çok ekşi oluyor. Belki yağını az koyduğum için bu yönteme başvuruyorum (koca bir çanak salataya sadece 1 çorba kaşığı zeytinyağı). Bugün öyle yerindeydi ki tadı, tuzu, ekşisi, büyük bir keyif duydum salatamı yerken. Sonra bir an yaşamı düşündüm. Herşey dilediğimizce olsa dedim. Sağlığımız, enerjimiz hep yerinde olsa, soframızda hep sağlıklı ve güzel yiyecekler olsa, hayatımızın sonuna kadar sorunsuz yaşamamızı sağlayacak kadar paramız olsa, herkesi sevsek, herkes bizi sevse, etrafımız güzelliklerle çevrili olsa. Oysa hayat insana keyif veren bir salata kadar tarifi belli ve öngörülür bir şey değil. Bir yandan salatamı atıştırırken bir yandan da bilgisayarımdaki fazlalık dosyaları siliyordum (nasılsa birer kopyası yedek bellekte var). Böylece bilgisayarı hızlandırmaktı amacım. Bunun bir başlangıç olmasını diledim. "Ruhumu ağırlaştıran, içimdeki nefret tohumlarından kurtulmamı engelleyen" insanları da bu kadar kolay silebilsem ya. Üstelik onları yedek bellekte de tutmak istemiyorum. Gelin görün ki bizi ağırlaştıran duygulardan kurtulmak o kadar kolay olmuyor. Daha çok emek gerekiyor bu iş için. Nereden başlamalı bilmiyorum. Belki hayatımın yediğim salata kadar dengeli olmasını arzulayarak, bu emele ulaşmak için çaba göstererek başlayabilirim. Sanal da olsa "delete" tuşuna basıyorum zihnimde. Haydi gidin, yok olun hayatımdan!

05 Temmuz 2010

Mutluluk o kapağın altında değil

Reklamcılar bizim mutluluğumuza takmış durumdalar. Daha doğrusu bize mutluluk satmaya çalışıyorlar! Biri diyor ki "mutluluk bu kapağın altındadır". Boyalı gazoz içtiği için mutlu olan bir insan tanıyor musunuz? Yani köyden kente gelmişsinizdir veya ülkenin ücra bir köşesinde yaşıyorsunuzdur ve çok fakirsinizdir ve biri size bir şişe gazoz vermiştir. Belki o sizi mutlu etmiştir ama bu sizi mutlu bir insan yapmaya yeter mi? Bir başka reklamın sloganı ise "mutluluk iki parmağının arasında". Bisküvi yediğimiz için mutlu olacakmışız! Yani o bisküvi fabrikası ben lisedeyken eve dönüş yolum üzerindeydi ve otobüsle geçerken etrafa yaydığı kokularla açlığımızı anımsatırdı ve çocukken afiyetle yerdik ürünlerini ya bisküvi yediği için açlığını, çaresizliğini, işsizliğini, terkedilmişliğini unutan birini tanıyor musunuz? Bankalar, telefon şirketleri, deterjancılar, hazır gıdacılar... Herkes bizi mutlu etmek için çırpınıp dururken neden gitgide daha mutsuz, daha umutsuz, daha sağlıksız, daha fakir hale geliyoruz dersiniz? Bana kalırsa bahçenizde yetiştirdiğiniz bir kök biber yahut domates veya bir saksı maydanoz, fesleğen... neden bunun reklamı yapılmaz ki? Kimseye para kazandırmaz da ondan! Bugün pazardan bir sürü fide aldım. On gün kadar önce ektiğim mısırlar, soya fasulyeleri, marullar, rokalar boylanmaya başladılar. Turplar, pancarlar, süs kabakları da toprağı delmiş durumda. Deli kızın bohçası gibi bir bahçe bu. Bugün de salatalık, pırasa, süs biberi ve fesleğen eklenecek yüküne. Ve ocakta közlenen patlıcanın kokusu. İşte mutluluk bunlarda, o kapağın altında değil!

02 Temmuz 2010

Ve şimdi de Eskişehirlilere güzel haber

Bugün gelen Buğday Bülteni'ndeki haberi görünce pek keyiflendim. Eskişehir benim doğup büyüdüğüm kent. Tabii ben orada yaşarken şimdiki çekici haline bürünmemişti. Kışları karla kaplanır, buzda düşe kalka okula giderdik. Yağmur yağdı mı her taraf çamur olur, eve temiz ayakkabılarla gelmek mümkün olmazdı. Kuru mevsimde de tozu toprağı boldu. Akşamüstleri çay keyfi için balkonu her yıkayışımızda sanki bir ay yıkanmamış gibi toz olurdu. Yine de güzeldi çocukluğumuz. Çocuktuk çünkü. Masumduk, kin tutmuyorduk, gelecek de içinde bulunduğumuz anlar kadar heyecan vericiydi. Eskişehir'de de Ekolojik Pazar kurulacağı haberini alınca nereden nereye dedim. Eskişehir tüm albenisini Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ve ekibine borçlu elbette. Herhalde Yılmaz Hoca Eskişehir'in başına gelmiş en güzel şeydir! Sevgili Eskişehirliler, hemşehrilerim, 4 Temmuz 2010 tarihinden itibaren (sadece 2 gün sonra!) her pazar siz de yörenizde sertifikalı üretim yapan satıcılardan alışveriş yapabileceksiniz. Bültende çok ayrıntılı bilgi yok ancak yeri İsmet İnönü Caddesi, Kılıç Lunapark yanındaymış. Biliyorsunuz değil mi yerini? (Ben bilmiyorum, bir gün yeniden yolum düşerse birinize sorarım elbet.)