31 Temmuz 2009

Yediğiniz tatlılar hangi şekerden yapılıyor?

Yazının başlığı bu. Buğday Derneği e-bültenden. Yapay tatlandırıcıların
gıda endüstrisinde kullanılması üzerine:
http://www.bugday.org/article.php?ID=3283

30 Temmuz 2009

Işık oyunları

Bugün sanki Eylül ayının ışığı var. Günün en özellikli saatlerinden biri. Ofislerinden yorgun gözlerini ovuşturarak çıkan ve onları eve götürecek araçlara doğru seyirten binlerce çalışanın ayak seslerinin asfaltta yankılandığı saat bu. Ortalık sessizcene. Ne kuş cıvıltısı var, ne kelebeklerin kanat çırpışları duyuluyor. Deniz kenarındaki tek tük çocuğun sesleri yankılanıyor, derinden. Ilık bir sıcaklık var havada. Ne yapışıyor üzerinize, ne yılışıyor gözünüze. Rüzgar etkisini azaltmış. Yüreğinize deniz kenarına gidip şezlonglardan birine yayılma arzusu sokuluyor, usulcana. Garip bir ışık var. Gerçekten. Ağustos'u atlamışız, Eylül gelmiş, evli evine, köylü köyüne gitmiş, ağaçlar meyvesever kuşlara, bitkiler topraktaki böceklere kalmış. Gibi sanki. Bir yorgunluk var doğada. Hafif bir bitkinlik. Ama ışık öyle güzel, öyle nitelikli ki, öyle güzel oynaşıyor ki asmaların arasından sızan huzmeler, mavi kaseyi pembesiyle hoşlaştıran yalancı karabiber dalının üzerine öyle bir düşüyor ve öyle güzel salınıyor ki kuruyan domatesleri kavrayan tül ve öyle güzel sarmalıyor ki sardunyanın nazikçe toprağa doğru uzanan dalını, mecbur bırakıyor insanı, o anı ölümsüzleştirmeye. Ne kadar ölümsüzleştirilebilirse artık.

28 Temmuz 2009

Ruhlarımız geride kalıyor

Siz de bazen hikayedeki yerliler gibi çok hızlı gittiğimizi, ruhlarımızın geride kaldığını düşünmüyor musunuz? Koşturarak işe gidip geldiğinizi, bir hışım mutfağa girip yemek yaptığınızı, hızlı bir duş alıp temizlendiğinizi, alışverişe gidip gelirken etrafınıza bile bakmadığınızı... Ne duştan akan suyun, ne yolda karşınıza çıkan ağaçların, çiçeklerin, ne yemek yapımında kullandığınız malzemenin farkına varmadığınızı... Tehlikeli bir durum değil mi bu? Ruhlarımızı hiçe saymış olmuyor muyuz bu hızda yaşarken? Dün birden bunun farkına vardım ve acele etmemeye karar verdim. Pazarda Fatma ve Burhan'la sohbet ettim. Bana burada okuyup da onları arayıp bulan ve Ören Pazarı'na dahi gidip onlardan alışveriş yapan Nalan'ı anlattılar. Dişsiz neneyle biraz konuştum. Geçen hafta seksen kuruş borcum kalan biberciyi aradım ama bulamadım. Her zamanki yerden çam fıstığı, fındık, badem aldım; yılın ilk kavununu seçtirdim her zamanki kavuncuya. Pazar alışverişimi bitirince Ayşe'nin önerdiği Şen Antep Pastanesi'ne gittim, ufakça bir parça peynirli börek tarttırdım (1.25 tl), dilimlettim ve Çınaraltı Çay Bahçesi'ne gittim, caminin yanındaki. İki açık çay içtim (tanesi 50 kuruş). Acele etmedim. Gelen geçeni izledim. Karnımı doyurdum. Sonra kalkıp dolmuş durağına yürüdüm. Arada çantamı bir amcaya emanet edip Beksan'dan galeta aldım. Dişçi Metin Hayratı'nın yanında "ferece"li kadınlar oturmuştu. Pazara gelmiş olmalılar. Gölgeye çekilmişlerdi. Hayrat ve hoyrat sözcüklerinin birbirine ne kadar benzediğini, ancak anlamlarının ne kadar farklı olduğunu düşündüm yürürken. O yavaşlık hoşuma gitti. (Not: Bu fotoğraf iki yıl önce Bodrum'a gittiğimde çekildi. Bodrum'da yaşarken sıkça gittiğim Yunuslar Börekçisi'nin böreği bu. Dün yediğim böreğin fotoğrafını çekmediğim için bunu koydum. Makine ağır diye bu ara yanımda taşımıyorum. Benim yediğim de buna benzer. Ama herşeyiyle çok güzeldi. Tekrar teşekkürler Ayşe, beni bu börekle tanıştırdığın için!)

26 Temmuz 2009

Sıcakta fırın karşısında durulur mu?

Çok sevdiğin bir şeyler pişireceksen olur ancak. Yoksa karpuz-peynir ikilisi veya koca bir çanak salatadan daha alası düşünülemez. Bugün hava pek sıcaktı gerçekten. Hoş bizim deli rüzgar geri döndü, sıcak mıcak ama esinti vardı ya. Fırını yakmışken bir taşla iki kuş vurayım dedim. Lor peyniri ayırmıştım lorlu kurabiye için. Bir de Fatma'yla Burhan'ın bahçeden körpecik kabaklarım vardı. Epeydir yapmadığım bir lezzeti hatırlamış, pişirmiştim geçen hafta. Tadına doyamamış olacağım ki yeniden yapmak istedim. Bodrum'da yaşarken sevgili Esin'den öğrendiğim ve Mevsimlerle Gelen Lezzetler'de yer verdiğim Girit usulü kabak, yapımı çok kolay ancak bir o kadar da lezzetli bir yemek. Belki meze demek daha doğru olur. (Olur mu ki?) Yeşil kabaklarımızı yıkayıp halka halinde doğruyoruz. 2-3 mm kalınlığı uygundur. Büyük bir kasede 2 çorba kaşığı mısır unu ve biraz tuzu karıştırıp kabakları ekliyoruz. (Bu ölçü 6-8 ufakça kabak için geçerli.) Yağlanmış fırın tepsisinde yapıyordum eskiden ya şimdi tepsiyi hiç yağlamadan yağlı kağıt üzerinde pişiriyorum, arada karıştırıp alt üst ederek 30-35 dk yeterli (170-200 derecede). Fırından çıkınca bir kaseye alıp havanda az tuzla dövülmüş 2-3 diş sarımsakla karıştırılmış bir limonun suyunu döküyorsunuz, karıştırıp sunuyorsunuz. Ne kadar basit değil mi? Bence de. Sıcak mıcak ama, sevdiği bir şeyler yapmak istedi mi insan, fırın karşısında pekala ter dökebiliyor. (Kabak konusunda bir öneri: Ertesi gün artan kabakların içine bir pembe domates, biraz keçi peyniri doğradım, 5-6 tane de Gediz Mandırası'nın iri siyah zeytinlerinden koydum. Karıştırıp yanında galetayle nefis bir akşam yemeğine dönüştürdüm. Tavsiye ederim.)

24 Temmuz 2009

Kardeş bitkiler

Birbirini seven ve sevmeyen bitkiler olduğundan haberdar mısınız? Mesela fesleğen domatese bayılır, fasulye soğandan hoşlanmaz, lahana ailesiyle çilek anlaşamazsa da bu sevgili vitamin kaynağı sebzelerimiz tüm yoğun kokulu aromatik otlarla yanyana olmaktan haz alır, mısır domatesi yanında istemezken fasulye, balkabağı, salatalık, kavun veya karpuz bitkilerine kucak açar... Bunun gibi pek çok dostluk ve düşmanlık öyküsü vardır bitkiler arasında. Yeni bir siteden bahsedeceğim. Bu yüzden yazdım girizgahı. Adı kardeş bitkiler. Ankara'nın Yeşilöz kasabasında bir grup doğaseverin emek verdiği bir bahçenin bilgi paylaşım sitesi Kardeş Bitkiler. Sitede proje özeti, kardeş bitkiler yöntemi ve bahçede yetişen bitkilere dair bilgiler bulacaksınız. Sizlerin de ilgisini çekeceğini düşündüğüm için paylaşmak istedim.

22 Temmuz 2009

Bizim ellerden enstantaneler-III

Burası Ayvalık'ta, daha doğrusu Cunda'da en sevdiğim bahçecik. En sade, en zarif, belki de en minik. Geylan Kitabevi'nden bahsediyorum. Sevgili bir kadının işlettiği, bugüne kadar rastladığınız en lezzetli limonataları içebileceğiniz (ki ben limonata sevmem) yer. Kitabevinin önünde, asma altında, gelen geçeni izleyerek sebzeli poğaçalar, leziz pastalar tatmak da başka bir keyif doğrusu. (Ne yazık ki bu yazıyı yazdıktan sonra Cunda'daki kitapçının kapandığı bilgisini aldım. O güzelim mekan kafe olmuş.) Cunda'ya gitmişken tepede, restore edilip kütüphaneye dönüştürülmüş minik kilise ve yanındaki su değirmenini de görmeli. Türkiye'de bir benzeri daha yok. Güler Pastanesi'nin lor tatlısıyla sakızlı dondurmasından bahsetmiştim. Bir favori tatlım daha var buralardan. Havran'daki Hacı Ahmet Mandırası'nın fırınlanmış höşmerimi. Böyle bir lezzet olamaz. (Bu aralar canım pek tatlı istiyor diye bunca tatlıdan bahsediyorum herhalde, yoksa bu yıl hiç birinden alıp yemedim, evdeki şekersiz tatlılarımla yetiniyorum.) Hacı Ahmet Mandırası hemen Havran girişinde, sol tarafta. Kelle peyniri ve koyun yoğurdu da pek lezizdir. Yok eğer Havran'ın içine girecek olursanız, asıl yeri merkezde. Hacı Ahmet bey de orada duruyor zaten. (Mutfaklardan Taşan Öyküler'i okuyanlar Hacı Ahmet beyin hikayesini hatırlayacaktır.) Hacı Ahmet Mandırası'nın tam karşısında iki tane de leblebici var. Havran'ın leblebileri de ünlü çünkü. Sade leblebinin yanısıra biberli, sakızlı, karanfilli, soslu, şekerli leblebileri de var. Bir de buraların koruk şerbeti ve karadut suyu meşhur. Ayvalık'ta bir kahvede veya eski Altınoluk'ta içebilirsiniz koruk şerbetini. Karadut suyu ise pek çok yerde karşınıza çıkacaktır. Şimdilik bu kadar olsun en iyisi. Bir sonraki yazıda bizim mutfaktan enstantaneler vereyim diyorum.

20 Temmuz 2009

Bizim ellerden enstantaneler-II

Bu en sevdiğim pazar fotoğraflarından biri. 2006 yazında Burhaniye Pazarı'nda çekmiştim. Bizim ellerden enstantaneler dizisine pazar haberleriyle devam etmek istedim. Hani olur a buralara yolunuz düşerse diye. Pazartesi günleri Burhaniye, salı Gömeç, çarşamba Edremit, perşembe Ören, Ayvalık, cuma Akçay, Küçükkuyu, Havran, Ayvacık, cumartesi Cunda pazarları var. Bunlar aklıma gelenler. Buralarda her gün bir pazar var ve her pazar başka bir alem. Yolunuz düştüğünde, bir pazara uğrayın, buraların insanlarını tanıyın derim.
*
Ayvalık'a gelirseniz tabii ki Güler Pastanesi'ne uğranacak, sakızlı dondurma, sakızlı kurabiye yenecek. Lor tatlısının üzerinde sakızlı dondurma başka güzel olur elbet. Sabah saatlerinde de hem Güler Pastanesi'nde, hem de İmren'de lorlu börek oluyor. Tabii Ayvalık tostunu da unutmamalı. Denize nazır yemesi pek güzel. Gerçi son yıllarda peynir kalitesini düşürdüler, Güler Pastanesi'nin tam karşısında küçük bir hal vardır. Ya da ne bileyim bir avlu. Orada kasaplar, manavlar, mandıralar vardır. Güzelim bir sepet peyniri alacaksınız, tostu onunla yaptıracaksınız. Bir güzel olur ki! Yine aynı yerde ufacık bir balık lokantası var. Ayvalık Balıkçısı mıydı adı? Orada ızgarada sardalya yenir. Hoş bir ailedir sahibi.
*
Başka nereyi anlatmalı? Hmmmm, tabii ki Erhan'ın yemeklerini, kahvaltısını tatmak için Zeytinbağı'na gitmeli. Dükkana da uğramalı. Dükkanda Dilek'in (Şeker ailesinin tatlı gelini) reçelleri var, Erhan'ın keçi peyniri, Menend'in topladığı eski yerel giysiler, şık elbiseler, takılar, yine Dilek'le Levent'in yaptığı sabunlar var. Manzarası da pek güzeldir Zeytinbağı'nın, serinlikte oturmanın tadı doyumsuzdur. Akçay'da Gülçin hanımın leziz zeytinyağlı yemeklerini yemek için Zeyyat'a gitmeli. Başka? Görmediyseniz Tahtakuşlar Etnoğrafya Müzesi ile Adatepe Zeytinyağı Müzesi, tabii bir de Edremit-Altınoluk arasında Evren Ertür Tarihi Zeytinyağı Aletleri Müzesi gezilmeli, zeytinyağının tarihini tanımalı. Korkut Yağ-Sabun Sanayii, Kimya mühendisi bir karı-kocanın eseri. Yıllardır severek kullandığım zeytinyağı sabunlarını yapıyorlar, her yıl yeni sabunlar çıkarıyorlar. Geçen yılki favorim sakızlı sabunları. Güllü ve lavantalıları da hep severek kullanırım. Bu da böyle bir yazı olsun. Devamı nasıl gelecek, düşünüyorum doğrusu...

16 Temmuz 2009

Bizim ellerden enstantaneler

Yaz geldi, bizim buralara yolu düşen çok olur. Kazdağı civarlarına, Havran'a, Edremit'e, Burhaniye'ye, Kalkım'a, Altınoluk'a, Güre'ye, Akçay'a... Ben de buralara dair lezzet bilgileri ve enstantaneler paylaşayım dedim. Olur a, sizin de işinize yarar. Önce bir Radikal yazımın linkini vereyim. Eskilerden. Ama buralara olan sevgimi yansıtan bir yazı. Okumadıysanız belki bir göz atarsınız buradan. Fotoğraftaki otlu gözlemeler de işte yine Gülsüm ananın gözlemeleri, yazıda bahsettiğim, sevgili Alime ve Bahri Kılıç sayesinde tanıdığım Gülsüm ananın. Geçen yıl Ayşen'ciğim geldiğinde birlikte gitmiştik Gülsüm anaya. Bize bu gözlemeleri yapmış, yanında kendi zeytinleri, turşusu ve tazecik demlenmiş çayla çıkarmıştı. Otlu bazlamalar da yapıyordu. Üçer dörder tane almıştık. Ah bir de tabii zeytinlerinden ve ısırganlı eriştelerinden. Sanırım bir de tarhana almıştık, aklımda öyle kalmış. Edremit'ten Kalkım yoluna çıktığınızda 17. kilometrede gibi kalmış aklımda. Sol tarafta, bir ulu çamın dibinde yeri.
*
Geçen gün yemekbiz grubunda zeytinyağı sohbeti yapılırken Laleli'den bahsettimdi. Nicedir yazacağım, unutuveriyorum (eh insan Maya fıstığıyla birlikte olunca doğaldır), Laleli zeytinyağları yeni bir uluslararası ödül daha kazandı. Böylece 9. yıllarında aldıkları ödül sayısı 31'e çıktı. Laleli'nin fabrika satış mağazası Burhaniye çıkışında, Ayvalık yönünde, sol tarafta. Karnınız açsa -ki aç olmasında fayda var- nefis yemeklerden, odun ateşinde pişmiş ekşi mayalı ekmeklerden de tadabilirsiniz gitmişken. Bu sene en çok sevdiğim zeytinyağı, Laleli'nin posalı erken hasat zeytinyağı. Fiyatı diğer yağlara göre pahalı ancak salatalar için bundan daha özel bir yağ bulunamaz gibi geliyor bana. Sanki teker teker, elle sıkılmış zeytinler, itinayla. Sanki parfümünü yitirmesinden korkarak işlenmiş gibi. Kapağı açar açmaz hissettiğiniz o yoğun zeytinyağı kokusu, genizi yakan muhteşem aroması...
*
Bir diğer favorim: Gediz Mandıra. Gediz ailesi hep birlikte çalışıyor bu ufak mandırada. Sahibi aile reisi Hüseyin Gediz. Ancak gittiğinizde eşi ve çocuklarını da orada görme ihtimaliniz çok büyük. Tadıp da beğenmediğim bir peynirleri yok doğrusu. Yeri Burhaniye merkezde. Kime sorsanız gösterirler. Örgü, sepet, Ezine tipi, keçi ve lor bizim favorilerimiz. Tabii yoğurdu da muhteşem. Gerçek yoğurt. Süt ve yoğurt mayasından oluşuyor. İçinde katı maddeler, süt tozları falan yok. Zeytin ve zeytinyağlarına da diyeceğim yok doğrusu. Son aldığımız siyah zeytinin tadı çok çok güzel. Fiyatları öyle uygun ki, İstanbul'da bu fiyatlara asla, ama asla peynir satın alamazsınız. Hele de böyle güzelini. Son günlerde kahvaltıda Gediz'in lorunu yemeyi seviyorum. Bir de kurabiye yapıyorum. Lor kullandığım için ayrıca yağ koymuyorum. Kuru üzümlü, ballı, yumuşacık bir kurabiye. Her biri 47 kalori diye gönül rahatlığıyla yiyorum. On tane değil tabii, üç tane. Bilemediniz dört. Fırından ekmeğim çıksın, bir kez daha yapacağım. (Gediz'in telefonu 266-412 67 28. İnternet siteleri yok ancak telefonla sipariş verebiliyorsunuz. Yaz sıcağında peynir göndermiyorlar kargoyla ya zeytin ve zeytinyağı sipariş edebilirsiniz. Peynir Ekimden sonra kargoya giriyormuş, öyle dedi Hüseyin bey. Ah bir de eşinin ellerinden çıkma lor tatlısı var ki ona hiç girmeyelim!)

14 Temmuz 2009

Kurs-iptal

Datça'da, Domuzçukuru'nda yapılacak olan yemek kursumdan ve diğer kurslardan bahsetmiştim ancak mekanla ilgili bazı sorunlar nedeniyle tüm eğitim çalışmaları iptal edilmiş. Bildirmek istedim. (Yok yok üzülmeyin. Yani mekana ve yapılacak diğer eğitimlere, Berna'nın verdiği onca emeğe üzüldüm elbet ama tam sağlıklı yaşam programımın doruklarındayken yeni bir yolculuğa çıkmadığım için de sevindim. Her işte vardır bir hayır. Başka zamanlar, başka mekanlarda olur elbet bu kurs veya başkaları...)

13 Temmuz 2009

Her pazarda bir tanış

Size bugün sevgili pazarcılarım Fatma'yla Burhan'dan bahsedeceğim. Nicedir aklımda aslında. Onlara da söyledim sizin resmi internet siteme koyacağım diye. Tamam dediler. Galiba bugün günü. Ama önce karnımı doyurmam lazım. Saat 2:30 oldu neredeyse, yemeğimi yiyeyim hemen ekran karşısına oturup anlatacağım onları. Ve tabii pazarın renklerini de. Ayrıca lütfen kıskanmayın ama bizim pazarda "pembeler" görünmeye başladı. Bugünkü kahvaltımızı mısırı yerli tohumla yetiştiren çiftçiden (bakın adını bilmiyorum iyi mi, haftaya sorayım) pembe domates, Fatma'yla Burhan'ın bahçeden körpecik salatalıklar ve dişsiz ninenin biberleriyle yaptık. Tabii bir de simit vardı, pazardan çıkmadan hemen önce aldığım...
*
Aslında hoşbeşimiz nasıl başladı bilmiyorum. Neticede altı senedir gidiyorum Burhaniye Pazarı'na ve köylü pazarındaki satıcıların çoğuyla sohbet etmişliğim var. Zaten adım fotoğrafçıya çıktı diye yazmıştım sanırım. Ne zaman fotoğrafımızı çekeceksin diye soruyor bazıları. Diyorum bir gün yine makineyle geleyim, yine erkence bir saatte. Ortalık kalabalık olmadan çekeyim güzel pozlarınızı. Fatma'nın bir fotoğrafını hatırlıyorum. Evet evet, ondan kabak çiçeği alıyordum. O zamanların birinden kalma. 2005 yazı olmalı. Özellikle de yerli domatesler çıktığında sohbetimiz bol olur çünkü onlar atadan kalma tohumlarıyla sebze yetiştiren az sayıdaki çiftçi ailelerdendir. Hele o domatesler yok mu, onları yiyin, başka domatese bakamazsınız artık. Pazartesi günleri Burhaniye'de, perşembeleri de Ören'de tezgah açarlar ve açılır açılmaz biter sebzeleri. O bostan patlıcanları, biberleri, kabakları, salatalıkları... Hepsi bir başka güzel. Diyeceğim o ki, ikisini de pek severim. Onlara güç kuvvet diliyorum ve etraflarına güzel örnek olsunlar istiyorum. İkisi de pırıl pırıl ve çok aklı başında insanlar. Sohbetlerimizi duysanız siz de anlarsınız.

07 Temmuz 2009

Üzüm suyunda armutlu bamya

Hadi canım diyeceksiniz. Hem üzüm suyunda (DİKKATİNİZİ ÇEKERİM, ÜZÜM SUYU DİYORUM, KORUK SUYU DEĞİL), hem de armutlu. Olacak şey mi? Ben zaten bamya sevmem diyenleriniz de çıkacaktır. Şaşırmam. Hele de beyler -neden bilmem- bamyadan haz etmezler. Bir de böyle deneseniz? Bizim pazarda bamyalar görülmeye başladı. Henüz turfanda sayılır, fiyatı ucuzlamadı daha. İlk bamyamı geçen hafta pişirdim. Bu tarifle değil, klasik zeytinyağlı bamya. O halini de pek severim çünkü. Koruk suyu kullanacaktım ya, asmalardan sarkan üzümlere kıyamadığım için bol limon suyu sıktım içine. Ancak Her Güne Bir Yemek'te yer verdiğim bu leziz tarif gelmedi değil aklıma. Hele bir üzümler olgunlaşsın (armut da var çünkü pazarda ve komşu bahçelerde), sıra gelecek üzüm suyunda armutlu bamya pişirmeye. Nasıl mı? Yarım kilo bamyayı iyice yıkayıp güneşte kurutacak, sonra temizleyeceksiniz şapkalarını. O zaman sümüklenmeyecek. Ufak soğanlar seçip halka halinde doğrayacak, sarımsak da ekleyeceksiniz bolca. Dört armudu kabuğuyla dilimleyecek, bir su bardağı üzüm suyu sıkacak, diyetteyseniz bir, değilseniz iki çorba kaşığı zeytinyağında pişireceksiniz. Sunarken isterseniz benim gibi susam serpeleyin üzerine. Bilirsiniz, ben susamcıyımdır. Vallahi pek özel bir tarif bu. Davet sofralarında endam edebilir. Tarif nereden mi? %100 Tijen İnaltong yaratısı. Bizim sitenin armutları, üzümleri işe yarıyor anlayacağınız...

06 Temmuz 2009

Meyve Mirası Projesi

Sizinle bugün harika bir haber paylaşmak istiyorum. Belki bir kısmınız Meyve Mirası Projesini duymuşsunuzdur. Muhteşem kadınların emeğiyle yeşeren, boy veren, ürün veren bu projenin son halkalarından biri Bodrum Pazarı'nda yerli tohumlarla üretilen türlerin satıldığı tezgah. Sevgili Mary Işın'dan gelen e-postada aynen şunlar yazılıydı: "Anadolu'nun yüzyılların emeği ve bilgi ile geliştirilen binlerce meyve çeşidini tespit etmeye ve korumaya çalışan Meyve Mirası Projesi'nin son etkinliği Bodrum Belediyesi desteğiyle Bodrum Pazarı'nda açılan Muğla Yöresinin 'Atadan Kalma Lezzetleri Ürün Tezgahı'dır. Tarımsal kültür mirasımızı ve biyoçeşitliliğimizi yaşatmak, Muğla yöresinin tarımsal çeşitliliğini tanıtmak ve bu çeşitliliğe sahip çıkmış olan çiftçileri teşvik etmek için her Cuma günü Bodrum Pazarı'nda Stand No: B-24'te geleneksel ürünler sergilenip satılıyor. Tezgahtan elde edilen tüm gelir çiftçilere aittir." Eğer bu yaz yolunuz Bodrum'a düşerse bir cuma günü mutlaka, ama mutlaka bu tezgaha uğrayın ve yerel ürünlerimizin korunmasına sizler de katkıda bulunun. Teşekkürler Neş'e hanım, Füsun, Mary, Esin! (Ben de bu sabah sevgili pazarcılarım Fatma ve Burhan'dan aldım yine sebzelerimi. Bir de amca vardı, görünce hatırladım. Pazarda neredeyse yerli tohumla mısır üreten tek kişi -belki bir kaç kişi daha kalmıştır, ne acı ki. Yine ektin mi dedim mısırları, ektim ektim dedi, anca Ağustos'a olur. Sağolasın dedim, iyi ki ısrar ediyorsun kendi tohumlarımızda. İyi ki varsın.)

05 Temmuz 2009

GDO'lu tohumlar, bitkiler

Son yıllarda adını çok duyar olduk: GDO: Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar.
GDO'ya Hayır Platformu, yıllardır bizleri bilgilendirmek için emek veriyor. Web sitelerini ziyaret etmenizi öneririm. Prof. Dr. Kenan Demirkol'un yazılarından da bahsetmiştim. O da kurucularından olduğu Demokratik Yaşam adlı e-dergide bu ay GDO'lu ürünleri işlediklerini belirtmiş. Bu yazıları hepimizin okuması gerek.
(Bir de şu linki ekleyeyim:
http://gdohp.blogspot.com/)

03 Temmuz 2009

Kanola yağının zararlarına dair

Bir açıklama da Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkanı Kemal Özer'den. Başlığı "Kanola felaketi kurtuluş diye sunuluyor!" Güçlü gıda lobilerinin şişirdiği ürünlerden biri kanola. Bu çeşitli organlarda defalarca dile getirildi. Hem çiftçi için, hem toprak, hem çevre, hem de insan sağlığı için zararlarının -ne yazık ki- üzeri örtülmeye çalışılıyor. Özer'in açıklaması Buğday Derneği e-bültende:
http://www.bugday.org/article.php?ID=3208

02 Temmuz 2009

Yazın serinletici şeyler yemek lazım

Bizim sınıf sevgili Mehtap'ın önderliğinde sağlıklı beslenmeye, spora devam ediyor, ya siz? Kilolar gidiyor, moraller düzeliyor. Herşeyden öte daha zinde, daha enerjik hissediyoruz kendimizi. Doğrusu ben bu işi sadece boğazımdan keserek değil, sporla beslenme arasında denge kurarak yapmaya çalışıyorum. Yüzüyorum, yürüyorum, bahçede çalışıyorum. Ne mutlu ki, artık bahçemiz günlük armağanlarını vermeye başladı. Bu sabah mesela, iki kiraz domates, bir ufak salatalık, bir avuç da tatlı biber topladım, kahvaltıya onlarla renk kattım. Öğle yemeğim için yine bahçenin kapısını çaldım. Tık tık. Kim o? Benim ben, öğlen yapacağım salata için biraz semizotu, biraz roka, biraz da maydanoz almaya geldim. Gel tabii. Sen otlarımı yoluyor, yetiştirdiğim sağlıklı ürünleri suluyor, gerektikçe çapalıyorsun. Ben bir avuç yeşilliği mi esirgeyeceğim senden. Gel istediğin kadar topla. Güneşe aldırmadan işimi halledip yeşilliklerimi yıkıyor, doğruyorum. Şimdilik böyle poz veriyorlar. Yoğurtla karışmış olsa hiç bir şey anlaşılmazdı. Roka, maydanoz, dereotu (o da komşudan), semizotu ve taze soğan var yeşillik olarak. Beş çorba kaşığı haşlanmış tam buğday, bir salatalık, bir ufak tarla domatesi. Yoğurtla karıştıracağım, tuzunu ekleyip afiyetle yiyeceğim. Bu benim öğle yemeğim. Mehtap'cığım nasıl, sana layık bir lezzet mi bu? Diyeceksin ki yoğurt yağsız olsa daha iyi. Yok vallahi, kendi ellerimle mayaladığım için yağsız değil ama bu mevsim çok da yağlı değil sanki süt, yanılıyor muyum? Üstelik kaymağını da aldım.

01 Temmuz 2009

Siz kendinizi cesur mu zannediyorsunuz?

Vallahi ben zannederdim. Ne bileyim yani yıllardır tek başına yolculuklara çıkarım, insanlar arkamdan panik olur, bazen ben de olurum ama yola devam ederim. Çünkü yolculuk gibisi yoktur hayat yolunda. Kitaplardan öğrendiğimden çok daha fazlasını öğrendim yollarda, yolculuklarımda tanıştığım insanlardan. Bugün gelen bir e-postadan hoş bir sürpriz çıktı. 25 yaşındaki bir Avustralyalı kız, geçmişinde (ki henüz çok genç) bir dünya seyahati yapmış ancak ikincisini 55 yaşındaki annesi ve 75 yaşındaki büyükannesiyle yapıyor. Neyse ki sırt çantaları tekerlekli. 75 yaşındaki bir omurganın koca bir sırt çantasını taşıdığını düşünmek bile gözlerimi yuvalarından fırlatıyor çünkü. Kendi annemi düşünüyorum. Sırt çantasıyla bir yıl dünya seyahatine çıkacak? Gerçi anneannem hayatta olsaydı eminim o katılmak isterdi çünkü gezmeyi çok severdi. Dizleri izin verdiği sürece gezdi durdu. İşte bu üç genç ruhlu kız yolculuklarını videoya kaydediyor ve Youtube'da gösteriyorlar. Bizde hala yasaklı galiba ama neden bilmem, ben girebildim. Siz de izlemeyi deneyin isterseniz. Cesaret kavramını baştan yazmak için güzel bir örnek çünkü (ilk bölüm bittiğinde altta sonraki bölüm için ufak bir kutu çıkıyor, ona tıklayarak 2 ve 3. bölümleri de izleyebilirsiniz. Yeni bölümü heyecanla bekliyorum doğrusu):
http://www.youtube.com/watch?v=CJvx2d9SAyA&feature=related
Bu da doğrudan girip üye olabileceğiniz, sonraki bölümlerden haberdar olabileceğiniz sayfaları:
http://www.weatheredwanderings.com/