29 Mayıs 2008

Seni seviyorum enginar!

 Enginar seni seviyorum.
Bunu sen de biliyorsun.
Karşılıksız değil sevgim,
biliyorum.
Sen de beni seviyorsun.
Sana sevgim büyük,
tam da bu yüzden,
seni mevsiminde tüketmeyi
seviyorum.
Buzluklara atmıyorum seni.
Üşür, tir tir titrersin.
Limon tuzlu sularda bekletirlerse seni,
kızıyorum.
Hassassın,
ayıklandın mı hemen kararırsın.
Yok yok, sen ille de limon istersin.
Ben senin her halini seviyorum.
Ama şu pilav var ya,
işte onu özlemle anıyorum.
Seni ufak ufak doğrayıp,
kuru soğanla kavurmuş, ardından
pirinçle pişirmiştim.
En son da taze soğan.
Karıştırıp demlendirmiştim.
Hmmmm...
Bu kadar olmalı,
karabiberi de unutmamalı.
Posted by Picasa

27 Mayıs 2008

İşte meşhur gözlememiz

 
İşte meşhur gözlememiz. Önceki yazıda bahsettiğim, mozzarella peyniri, taze patates, maydanoz ve karabiberli olan. Hani bir çırpıda yenip bitirilen. Hani yanında bir bardak çay içilen. Madem gözlemeyle devam ediyoruz, gözlerimi kapatıp gözlemeli anılarıma döneyim dedim. Mutlaka, ama mutlaka sizin de vardır o anılardan. Gözlemeli sofralarda onları dinlemek isterdim doğrusu. Düşününce aklıma düşen bir kaç tanesi var. Biri Çıralı sahilinde bizim sevgili Hayriye'nin yaptığı balkabağı ve kaşarlı gözleme. Hayriye köy unuyla yapıyor gözlemelerini. Bir güzel oluyor ki! (Yolunuz düşerse sahilde "Hayriye'nin Yeri" diye sorun, gösterirler.) Diğeri yıllar öncesinden, Safranbolu'dan. Bir ev pansiyonda kalmıştık annemle. Ev sahibi hanım kahvaltıda bize ve yabancı turistlere leziz gözlemeler yapmıştı. Patlıcanlı olanı nefisti. Bir de süzme yoğurtla yapılanı. Elde açma yufkayla yapılanı bir başka oluyor. Bir başkası Kazdağı'ndan. Edremit taraflarında olmalı, bir dağ başında yemiştik. Radikal arşivinde olmalı, gidip bakayım. Buldum, Gülsüm Hanım'ın gözlemesi imiş. Bir de duyuru: Cuma günü çıkacak olan Radikal kitap eki yemek kitapları dosyalı. Ben de 3 güzel kitabı tanıtıyorum. Belki alıp okumak istersiniz.
Posted by Picasa

25 Mayıs 2008

Bir başka resim

Bu sefer de Mine'ciğim bildi sorunun yanıtını. Evet bu bir pikan cevizi ağacı. Aslen Amerikalı ama en az 20 yıldır Türkiye'de de yetişiyor. Özellikle de güney bölgelerimizde. Antalya civarlarında çok var. Hatta bizim Narenciye Enstitüsü'nde ve pazarda kabuklu pikan cevizi satılır her kış. Tadını çok severim. Cevize göre daha tatlı, çok çok ince kabuklu (yani elle kırılır) bir tür. Fotoğrafını çektiğim ağaç Gisela'cığımın bahçesinde ama ben Kaş'ta ve Karaburun'da da gördüm onlardan. (Mine'ciğimin sitesine girdim de en çok yeni doğmuş bebek için fidan hediyesi ve sabun kursu bilgisi dikkatimi çekti. Mine Flora'nın güzelim çiçekleri, fidanları, sabunları için yukarıdaki linki bir tıklayın derim. Ah unutmadan, ben kaç yıl Mine'nin pembe domates fidanlarıyla domates yetiştirdim. Tadını unutmama imkan yok o domateslerin. Siz de bahçenize ekmek isterseniz zamanı geçmedi. Mine güzelce paketleyip gönderiyor fideleri. Size de onları toprakla buluşturup arada çapalamak ve sulamak kalıyor.)
*
Başka şeyler yazacaktım aslında. Elde kalan yarım yufkadan ortaya çıkan şaheseri anlatacaktım. Şaheser dediğime bakmayın, malzemesi basit ama has. Patatesler mini mini ve taze, sonra peyniri güzel (Türk tipi mozzarella, o yusyuvarlak, içi erimiş gibi olanlardan değil), sonra maydanozları Sultan'dan (hani %100 Ekolojik Pazar'daki dostum Sultan var ya, ondan). Bildiğiniz gözleme işte. İçinde yukarıdakiler var, bir de karabiber. Üzerine yine halis mulis zeytinyağı sürülmüş, öyle margarin falan değil. Tavada pişmiş, dörde kesilmiş, fotoğraflanmış, eriyen peynirlere şöyle bir bakılıp iç çekilmiş ve afiyetle yenmiş gözlemeler. Gelin görün ki fotoğraf küçültmek için kullandığım programda yaptığım bir değişikliği geri döndüremediğimden (ne yaptığımı bilsem döndüreceğim ya), küçülün dediğim fotoğraflar genişliklerini yitirip boya gittiklerinden o güzelim gözlemelerin fotoğrafını gösteremiyorum. Ama yandaki resim var. Yine bir "bilin bakalım bu neyin resmi" diyeceğim resimlerden. Güzel bir hafta diliyorum. Siz bir düşünün, yanıtları bekliyorum.

21 Mayıs 2008

Hoşçakalın kış sebzeleri

Hoşçakalın kış sebzeleri. Size veda etmek vaktidir. Hoşçakal kereviz, hoşçakal pırasa, lahana, karnabahar... Sizi seviyorduk. Mutfağımızdan, soframızdan eksik etmiyorduk. Sonra tohuma kaçtınız, içiniz boşaldı, renginiz, şekliniz değişti. Anladık ki artık vedalaşmanın zamanı gelmişti. Siz ne yüce gönüllü sebzelersiniz ki beklentisiz sevdiniz bizi, karşılık istemeden verdiniz kendinizi. Doğrusu pek güzel anlaştık sizlerle. Şimdi bahar vakti. Hatta neredeyse yaz çalacak kapımızı. Çinli bilgelerin sözlerini Mevsimlerle Gelen Lezzetler'den özetle aktarıyorum: "Kışın yenen ağır yiyecekler bizi hantallaştırır ancak bahardaki canlanış vücudun depoladığı yağı yakarak iç organlarımızı temizler. Kışın depoladığımız yağ ve toksinlerden arınmanın en kolay yolu daha hafif yiyecekleri tercih etmek, yüksek oranda yağ içeren ürünlerden uzak durmaktır. Hava durumuna göre yağ ve tuz tüketimini azaltmak ve bahar enerjisi taşıyan bitkilerin tüketimini artırmak doğayla uyum içinde mevsime hazırlanmamızı sağlar. Özellikle bahar aylarında büyüdükleri için buğday, yulaf, arpa, taze soğan, yeşil yapraklı bitkiler bahar mutfağında sık sık kullanılmalıdır."

18 Mayıs 2008

Kabak çekirdeği

Doğru yazalım, doğru konuşalım, dilimizi koruyalım (DDD) etkinliğinin bu ayki evsahibesi sevgili Hanife. Hanife'ciğim Türkçe'deki bağlaçları incelemiş, bize de sizleri Hanife'ye davet etmek düşmüş. Neler yok ki yazısında, başa gelen bağlaçlar, sona gelen bağlaçlar, sıralama bağlaçları, denkleştirme bağlaçları... Haydi doğru yazalım, doğru konuşalım, dilimizi koruyalım. Tabii Hanife'ye sevgilerimizi ve teşekkürlerimizi yollamayı da ihmal etmeyelim.
*
Bir zaman aldığım bir paket kabak çekirdeği buldum buzdolabında. Çok da olmamıştı alalı ya -susamcı olduğumdan- unutmuşum. Geçen gün salata yaparken aklıma geldi, çıkardım, hafifçe kavurdum. Kavururken tavaya biraz ufalanmış ceviz, biraz da geçen yaz Burhaniye Pazarı'ndan satın aldığım çam fıstıklarından ekledim. Soğuduktan sonra bir kavanoza koydum hepsini. Salataların üzerine serpiştiriyorum şimdilerde. Neden mi? Şundan: Yüksek miktarda bitkisel protein içeriyor (diğer tüm tohum ve yağlı yemişlerden yüksek), Omega-3 yağ asitleri açısından iyi bir kaynak, bol bol demir, fosfor, A Vitamini, çinko ve kimi B vitaminlerini içeriyor. Bağırsak parazitlerine karşı kullanılıyor, karaciğer, bağırsaklar, pankreas ve safra kesesi ile ilgili rahatsızlıklara şifa veriyor. Çıt çıt çıtlarız ya onu, işte böyle ayıklanmış olarak da satılıyor, salatalara renk, tat ve şifa katıyor. Onunla daha pek çok şey yapabilirsiniz elbet. Mesela ekmeklere koyabilirsiniz, pilavların, sebze kavurmalarının üzerine serpebilirsiniz... Mutfak robotunda çekip toz haline getirdikten sonra biraz zeytinyağı, biraz portakal suyu, bir diş sarımsak ve tuz ile nefis bir salata sosuna da dönüşebilir. Ooo daha neler neler yapılır onunla.

15 Mayıs 2008

Sahip olduğumuz tek şey-II

Nefes almada iki türlü rahmet vardır,
havayı içine çekmek ve boşaltmak
ilki sıkıştırır, diğeri ferahlatır,
bunların karışımıyla hayat bir mucizedir.

Goethe'nin dizeleri bunlar. Kiminiz geçmiş dediniz, kiminiz bedenim, ruhum, şu an, sevgi... Bense "nefes" diyor ve sizi çok sevdiğim, beni düşünmeye, hayata ve hastalıklara daha farklı bakmaya sevk eden bir kitaptan, Hastalık İyileşmeye Giden Yoldur'dan (Thorwald Dethlefsen ve Ruediger Dahlke, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2002) bilgilerle başbaşa bırakıyorum. Tabii yorum yapmak isteyenler için yine yorum kısmı açık, tartışabiliriz bu konuyu:
"Tüm eski dillerde nefes için kullanılan kelime ile ruh veya can için kullanılan kelimeler aynıdır. Latice'de 'spirare' nefes almak, 'spiritus' ruh demektir. Aynı kökü 'inspiration' sözcüğünde de bulabiliriz. Bu sözcüğün anlamı can katmak, ilham vermektir ve nefes almak, içeri almak ile ayrılmaz bir biçimde bağlantılıdır. Yunanca'da, 'psyche' kelimesi hem nefes hem de ruh anlamına gelir. Hitçe'de 'atman' kelimesi vardır ve Almanca'daki 'atmen' (nefes almak) sözcüğü ile akraba olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Yine Hintçe'de evrimini tamamlayarak bütünlüğe ulaşmış insanlara 'Mahatma' denir ve 'büyük ruh' ya da 'büyük nefes' demektir. Hint öğretisinden nefesin Hintliler'in 'prana' olarak adlandırdıkları, gerçek yaşam gücünün taşıyıcısı olduğunu öğreniyoruz. (...) Nefes bizim 'herşey' ile sürekli bağlantımızı sağlar ve istesek de istemesek de hepimizi birbirimize bağlar." (sf. 123-5)

Nefes almadan yaşayabilir miyiz?
Nefes kontrol edebileceğimiz az sayıda yetiden biri.
Dolayısıyla belki de sahip olduğumuz tek şey.
Siz nasıl nefes alıyorsunuz?

Sahip olduğumuz tek şey

Size bir sorum var:
Sahip olduğumuz tek şey nedir?
Yanıtlardan sonra ufak bir yazı yazacağım.
Ne dersiniz, biraz düşünüp tahminde bulunmaya var mısınız?

13 Mayıs 2008

Hokkaido kabağı

Kuzguna yavrusu güzel gelir misali, bana da bu site güzel geliyor. Renkleri içimi açıyor. (Sağolasın Umut'cuğum, sayende!) Sizin de içinizi açmasını dilediğim bir fotoğraf var bugün. Turuncu, ufak, yuvarlacık, canlı ve parlak kabuklu bir tür kabak. Hikâyesi ne peki? Adı Hokkaido kabağı (Japon kabağı veya Uchiki Kuri de deniyor) olsa da anavatanı Kuzey Amerika. Tabii ki kabakgillerden. Daha çok Japonya’nın kuzeyinde, Hokkaido’da yetiştiği için “Hokkaido kabağı” olarak bilinse de Japonya’da ona “Çin kabağı” deniyor. Kestaneye benzer tadı nedeniyle çok sevildiği için artık ABD’de de yetiştirilen bu güzel görüntülü kabağın tohumlarını bir arkadaşı getirmiş Gisela’ya. O da seraya ekmiş. İşte o kabaklardan birinden güzel bir yemek pişirdim. Rengi nedeniyle A vitamini açısından çok zengin olan bu şık görünümlü kabağın ayrıca B ve C vitaminleri ile kalsiyum, fosfor, potasyum, kalsiyum ve magnezyum içerdiğini söylüyor kaynaklar. Yemek basit. Bol soğan, bol sarımsak, halka halinde doğranmış pırasa ve küp şeklinde doğranmış kabaklar. Tabii ki zeytinyağında pişti. İçine de köri koydum. Adı körili, pırasalı balkabağı yemeği oldu. Yanında kavılca pilavı, fonda cıvıldayan kuşlar ve Mayıs gülleri...

11 Mayıs 2008

Peynir ekmek, hazır yemek

Sandviç kırların, pikniklerin, yürüyüşlerin, otobüs ve tren yolculuklarının yiyeceği benim için. Bir de üniversite günleriyle uzak yerlere yapılan seyahatlerin. Hele de az bir bütçeyle yapılıyorsa seyahat, parası kıymetli memleketlerden birindeyseniz ve sokaklarda yenilen her tür yiyecek pahalıysa, en güzeli bir marketten ekmek ve peynir almak, bunlarla bir güzel sandviç hazırlayıp bir parkta, deniz veya nehir kenarında yemektir. Bazen işe götürülür sandviç, bazen pratik bir öğün için çantaya atılır. Hatta damak tadınıza uygun yiyecek bulamayacağınızı bildiğiniz zamanlarda iki dilim ekmeğin arasına en sevdiğiniz peynirlerden koyduğunuz, avokadoyla renklendirdiğiniz, mevsimiyse domates, salatalık dilimleri yerleştirdiğiniz, belki fotoğraftaki gibi marul dilimleri sıkıştırıverdiğiniz.... Sandviçli anılar oradan buradan fırlayıp çıkar. Humus ve felafelli dürümleri anımsarsınız, o çıtır baget ekmeklere yapılmış keçi peynirli sandviçleri. Kentler de gelir sandviçlere takılıp. Brugge'ü hatırlarsınız, Paris'i, Madrid'i, Roma'yı. Deniz kıyılarını, tepelerde tertemiz havayı içinize çektiğiniz anları...

08 Mayıs 2008

Renklerle oynamak

Bugün cumartesi. Olur da bugün -öğlen- 12'ye kadar bu yazıyı okursanız ve yakınınızda bir televizyon varsa, Habertürk kanalında, Ümraniye'deki %100 Ekolojik Pazar'ı izleyebilirsiniz. Canlı yayın programı 12'ye kadar devam edecekmiş. Önceden haberdar olamadığım için ancak şimdi duyurabiliyorum. Pazarın çıkışında bir de imza atabiliyormuşsunuz. Eğer Ümraniye taraflarında yaşıyorsanız, pazar günleri burada bu pazar var olsun diyorsanız birer imza atmanızı istiyorlarmış. Erikler, muzlar, biberler, çiçekler, taze sarımsaklar... Neler neler var. Capcanlı bir yer!
*
Daha fazla merakta bırakmayayım. İlk bilen Elvan'cığım oldu. Evet bu bir muz. Yani muzun bir bölümü. Şu anda muzlar büyümekte. Başka bir fotoğrafını başka bir yazıya koyarım ama burada gördüğünüz yapraklar muzun o bordo güzelim çiçeğinin bir kesitini oluşturuyorlar. O kıvrımları görünce dayanamayıp fotoğraflarını çektim. Dilerim bu güzel manzarayı görmek hepinize kısmet olur. Hayran kalacağınıza şüphem yok. Nasıl da mısır zannettiniz. Oysa mısır bu hale gelir mi bilmem??? (Gönül'cüğüm sana katılıyorum. Bir tuş olsa hayatları renklendirmek için güzel olurdu ama bu biraz yemek yerine hap içmeye benziyor. Hayatta hiç bir şey hap haline getirilmiş olarak verilmiyor ki elimize. Emeksiz yemek olmaz derdi rahmetli Tuğrul Şavkay. Emeksiz hiç bir şey olmuyor.)
*
Biliyorum, son günlerde yordum bu sitenin okurlarını. Kafalarımız karıştı bilgilerle. Bazen paniğe kapıldık doğrular ve yanlışlarla. Ama bu hayat böyle biraz. Dünya her an değişiyor. Doğru bildiklerimiz yanlışlanıyor, yanlış bildiklerimiz doğrulanıyor. İsyan ediyoruz bazen gidişata ya gidişat gitmeye devam ediyor. Neyse, sözü uzatmadan daha fazla, şu sevdiğim fotoğrafla başbaşa bırakayım Mutfakta Zen'in komşu ve ziyaretçilerini. Doğal rengi bu değil elbet. Renkleriyle oynasam ne olur dedim, bir tuşa bastım bu çıktı. Düşsel bir hale geldi. Zaten öyleydi ya. Ne olduğunu tahmin etmek zor bu güzelin. Yine de bilen varsa beri gelsin. (Hani Antalya civarlarında yetişir, çoluk çocuk çok severiz... Hayır bu bir çiçek değil. Aslında evet bir çiçek ama bir meyve aynı zamanda.)

05 Mayıs 2008

Çözümün mü yoksa sorunun mu parçası olacağız?

Ekolojik Pazar hatırlatması:
1-19 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ümraniye'deki Meydan Alışveriş Merkezi'nde
sabit bir Ekolojik Pazar var. Cumartesi günü Ayşen arkadaşım gitti, çok beğenmiş. Bilgilendirici konuşmalar da yapılıyormuş. Eğer tutulursa kalıcı olacakmış!
Cumartesi günleri Şişli Feriköy'de Buğday Derneği ve Şişli Belediyesi işbirliğinde %100 Ekolojik Pazar,
Pazar günleri Antalya Cam Piramit'in bahçesinde Buğday Derneği ve Antalya Belediyesi işbirliğinde %100 Ekolojik Pazar (pazara geliş gidişler için belediyenin servis aracı koyacağı söyleniyor),
Çarşamba ve Cumartesi günleri (10:00-19:00) Bursa'da, Nilüfer Belediyesi sınırları içinde, Fatih Sultan Mehmet Bulvari'nda kurulan ekolojik pazar ise özellikle Bursa köylerinde başlatılan projeler kapsamında, yerel üreticilerin ürünlerini tüketiciyle buluşturması açısından önemli. (Önümüzdeki sonbaharda pazarın üzeri kapatılacakmış ve Nilüfer Belediyesi pazara gelen üreticilerden para almıyor, aksine, pazarın gelişmesi için büyük çaba harcıyormuş. Nilüfer Belediyesi'ne teşekkürler. (İlk üç pazar için Buğday Derneği'nin internet sitesinden ayrıntılı bilgi alabilirsiniz. Sonuncusu için nereden bilgi bulunur ben de bilmiyorum, önümüzdeki günlerde belki daha ayrıntılı bilgi verebilirim.)
*
GDO'ya Hayır Platformu'nun "BİYOGÜVENLİK HEMEN ŞİMDİ, GIDA TOHUM HAKTIR KAMPANYASI" sembolü olan mısır balonuyla Türkiye turuna çıkıyor. Şu iki paragraf, kampanyanın basın bülteninden:

"Türkiye tarımı üzerine baskılar ve tarımı yok etme girişimleri hızla sürmektedir. Kamu, tarımdan çekilmekte, küçük çiftçi tarımdan koparılmakta ve tohumundan suyuna, toprağından tarımsal ürünlerine kadar herşey özel sektöre, uluslararası sermayeye, ulusal ve uluslararası tohum, tarım ve gıda tekellerine terk edilmekte, hatta pazarlanmaktadır.

Halbuki biliyoruz ki yaşam için gıda, gıda için tarım, tarım için ise gereksinim duyulan öğeler toprak, su ve tohumdur. Toprak, su ve tohumdan bir tanesi eksik ise gıda olmaz, gıda yoksa yaşam bitmiş demektir. Tohumun, toprağın ve suyun yaşam ve hak olduğuna inananlar olarak gıda egemenliğimizin yok edilmesi ve bize özürlü gıdalar dayatılmasına karşı çıkıyoruz."

Balon mısır 10 Mayıs'a kadar Bursa'da. 9-11 Mayıs tarihleri arasında Ankara'da olacakmış (herhalde iki tane balon var). Ardından Bursa'ya dönüyor, Haziran ayında da Dikili ve İzmir'i ziyaret edecekmiş.
*
Aşağıdaki yazıda bahsettiğim en çok ilaçlanan sebze ve meyveler listesinin tamamını veriyorum. Yine Çevre Çalışma Grubu'ndan. En çok ilaçlanan en üstte ve ona 100 puan verilmiş. Diğerleri ise onunla orantılanarak listelenmiş. Burada puanları belirtmeyeceğim, isteyenler verdiğim bağlantı adresinden gidip bakabilirler (en üstteki en çok ilaçlanan): Şeftali, Elma, Tatlı iri biberler, Kereviz (Amerika'da sapları yenen tür kerevizden bahsediliyor), Nektarin, Çilek, Kiraz, Marul, İthal üzüm (başka ülkelerden gelen üzümlerde daha çok tarım ilacı kalıntısı bulunmuş), Armut, Ispanak, Patates, Havuç, Taze fasulye, Acı biberler, Salatalık, Ahududu, Erik, Portakal, Yerli üzüm, Karnabahar, Mandalina, Mantar, Kavun (kantalop tarzı, bizde de artık seralarda yetiştirilip bu ara piyasaya verilen kavunlar), limon, "Honeydew" kavunu (bizde pek rastlamadım), Greyfurt, Kış kabağı, Domates, Tatlı Patates, Karpuz, Blueberry (likapa, çay üzümü -bizde sadece Karadeniz'de, doğal olarak yetişiyor, marketlerde görüyorsanız muhtemelen ithal edilmiştir, Karadeniz'de yetiştirme çalışmaları vardı bir kaç yıl önce başlayan ancak gelişmeleri izlemedim), Papaya, Patlıcan (enteresan değil mi? Belki de patlıcanın yetişme süresi daha uzun olduğu için atıyordur ilacı), Brokoli, Lahana, Muz, Kivi, Kuşkonmaz, Bezelye (dondurulmuş), Mango, Ananas, Tatlı mısır (dondurulmuş), Avokado, SOĞAN!!!! (En düşük notu soğan almış, yani en ilaçsız olanı oymuş. Bakın sarımsağı koymamışlar listeye, bilseler bizim ne çok sarımsak tükettiğimizi!)

02 Mayıs 2008

Organik ürüne dair/Margarin reklamları

SİZ DE BANA KATILIR MISINIZ?
Sevgili yemek blog yazarları, sizler de kendiniz ve ailenizin (özellikle de çocuklarınızın) sağlığını düşünüyor ve margarin kullanmıyor, kullanımını önermiyorsanız lütfen verdiğiniz tariflerde margarine yer vermeyin. "Bu tarif margarinle de yapılır, isterseniz margarin de kullanabilirsiniz" demek bile tariflerinizi okuyan kişileri margarin kullanımına yönlendirecektir. Ne dersiniz, siz de bana katılır mısınız?
*
Orjinaline buradan ulaşabileceğiniz bir yazının özet olarak Türkçeleştirilmiş halini bulacaksınız burada. Geçen yıl The New York Times gazetesinde yayınlanmıştı. Yazıyı hazırlayan Tara Parker, Dr. Alan Greene'in "Raising Baby Green" adlı kitabından özetle veriyor bilgileri ve özellikle çocukların daha sağlıklı yetiştirilebilmesi için önerilen "stratejik" organik ürünlerden bahsediyor. Tümüyle organik ürün tüketmeniz mümkün olmasa bile hiç değilse bu ürünlerin organik sertifikalı olmasına dikkat edin diyor Dr. Alan Greene. Nedeni ise şu satırlarda:

1. Süt: ABD Tarım Bakanlığı'nca yaptırılan bir araştırmaya göre normal pastörize sütlerin %30'unda tarım ilacı kalıntılarına rastlanmış. Seviye bazı diğer ürünlerle karşılaştırıldığında düşük gibi görünse de bazı çocukların çok fazla süt tüketiyor olması bu konuya dikkat çekmeyi gerektiriyormuş.
2. Patates: Yine Amerika'da yapılan bir çalışmaya göre pek çok kişinin sebze tüketiminin %30'unu patates oluşturuyormuş. Dr. Green organik patates tüketimine geçilmesinin bu nedenle toplam sebze tüketimi üzerinde önemli bir etkisi olacağını söylüyor. 2006'da yaptırılan bir çalışmada patateslerin %81'inde yıkandıktan ve soyulduktan sonra hala tarım ilacı kalıntılarına rastlanmış. Çevre Çalışma Grubuna göre test edilen 43 meyve ve sebze içinde en yüksek oranda pestisit içeren sebze patatesmiş. (Grubun sitesinin linkini tıklarsanız bu 43 sebze ve meyveyi göreceksiniz. Listenin tepesinde şeftali var. İlk onun diğer ürünleri sırasıyla şöyle: Elma, biber, kereviz, nektarin, çilek, kiraz, marul, üzüm, armut. Yani çoğunluğu severek tükettiğimiz meyveler. Yine de tekrar ediyorum, bunlar ABD'de yetiştirilen ürünler ve oradaki ölçümler. Bizde böyle bir liste var mı bilmiyorum, araştıracağım.)
3. Fıstık ezmesi: Tabii yine Amerika örnek veriliyor ancak yer fıstığı çiftliklerinin çoğunda sadece koruyucu tarım ilaçları değil yüksek oranda fungisit (yani mantarı engelleyici ilaçlar) kullanılıyormuş. (Tabii bizde ne kadar yer fıstığı ezmesi tüketiliyor bilmiyorum.)
4. Ketçap: Amerika'daki domates tüketiminin %75'i işlenmiş domates ürünleri şeklinde oluyormuş. (Domates suyu, domates püresi ve ketçap). Burada tarım ilacı ve hormonlardan değil, domatesin içerdiği antioksidan maddeden bahsedilmiş. Organik domatesler diğerlerine göre %75 daha fazla antioksidan içeriyormuş!
5. Elma: Çocukların muzdan sonra en çok tükettiği meyva elmaymış ve portakal suyundan sonra en popüler meyve suyu da elma suyuymuş. Yine elma da en çok ilaçlanan sebze ve meyvelerin başında geliyormuş.
Yazıda Dr. Greene'in web sitesinin adresi de verilmiş. İngilizce bilenler belki bir göz atmak isterler. Bu tabii organik ürünlerle ilgili söyleyeceklerimin tümünü kapsamıyor. Sadece okuduğumda dikkatimi çeken ve paylaşmak istediğim bilgiler. Daha da önemlisi Türkiye'de yapılan araştırmaların sonuçları değil mi? Tabii böyle çalışmalar varsa.
*
Diyetisyenler kimi meslektaşlarının margarin reklamlarına çıkıp "diyetisyenler margarin öneriyor" demesinden rahatsız olmuşlar ve Beslenme ve Diyet Portalı'nda düşüncelerini paylaşmışlar. Ben de belli bir meslek erbabından kişilerin bu tarz reklamlara çıkmasından son derece rahatsızım. Diyetisyenlerin bu çabasını da son derece saygıdeğer ve haklı buluyorum. Lütfen yukarıda linkini verdiğim siteden yazılarını okuyun. Bence margarin tüketimindeki tek sorun margarinin içerdiği trans yağlar değil. Biliyoruz ki margarin bitkisel yağlar doyurularak (yani katılaştırılarak) yapılıyor. Zaten trans yağlar da katılaştırılma sırasında ortaya çıkıyormuş. Diyetisyenler diyor ki, henüz tüm üreticiler yeni sistemi kullanmaya başlamadı, sanayi tipi margarinlerde bu yöntem kullanılmıyor, ayrıca henüz yeni sistemle üretilen margarinlere ilişkin bilimsel çalışmalar yapılmadı. Benim ekleyeceğim bir şey de şu, margarinlerin üretildiği bitkisel yağlar sağlıklı mı acaba? Yani margarinin tek karanlık yönü içerdiği trans yağlar mı? Eğer GDO'lu bitkilerden üretilmiş, ayrıca rafine edilerek besin değerlerini yitirmiş yağlar kullanılıyorsa margarin sağlıklıdır diyebilir miyiz? Ne olursa olsun, siz zeytinyağından şaşmayın arkadaşlar. Bu reklamlara da güvenmeyin. Hele de o reklamlara çıkıp meslek etiğini ayaklar altına alan kişilere hiç mi hiç güvenmeyin!

01 Mayıs 2008

1 Mayıs

Sizi hislerime tercüman olan Biyonik Kedi'ye yönlendirebilir miyim? (Sevgili kılıcı, pardon tırnakları keskin kedi, sen "mayası sağlam olmak" diye bir laf bilir misin? Yok canım, sen değilsin, şiirine konu olanlar; mayası çürümüş, yahut mayası hiç işe yaramamış olanlar. Kabaramamış, kabarmış da ancak külhanbeylik etmeye, işçinin, memurun, emeklinin emeği üzerine oturmaya, eşini, yandaşını, yeğenini zengin etmeye yaramış olanlar...)
Çünkü Küba'nın işçileri de insan, Rusya'nın, Kore'nin, Fransa'nınkiler de.
Bizimkiler de insan ama coplanan insan. Hor görülen, dövülen, sövülen, ayaklar altında çiğnenen, emeği neredeyse bedava denecek fiyatlarla Arap sermayesine satılan.
Çünkü onlar neşe içinde kutlarken 1 Mayıs'ı, bizimkiler...
Korku dağlarına, denizlerine, yüreklerine sinmiş mi kalacak Anadolu'nun?